28 Haziran 2012 Perşembe

Eğitim haberlerinin yeni kaynağı

www.eğitim365.com yayın hayatına başladığı kısa süreden bu yana hızlı bir ivme göstererek yüksek bir takip oranına ulaştı. Takip etmek için http://www.egitim365.com/

29 Şubat 2012 Çarşamba

Kapı

hiçbir kapıyı sert kapatma
hatta hiç kapatma
bırak kimse girmese bile
ışık girsin
korktuğun bir gece 
o ışığa ihtiyacın olacak

29 Şubat 2012

21 Şubat 2012 Salı

Merhaba Dünyalı. I am a student.


Artık öğrencilerin gözdesi değişim programları, Erasmus en bilinen değişim programı olsa da artık oldukça sıradanlaştığını söylebiliriz. Hemen hemen tüm devlet ve vakıf üniversiteleri bir şekilde öğrencilerini Avrupa’ya gönderiyor. Ancak Avrupa’nın ötesinde beklentilere sahip öğrenciler de var. Bu öğrencilerin beklentilerini yerine getirecek pratik bir yola ihtiyaç olduğu genel bir kabuldü zaten. Bunun için pek çok üniversite gerek ikili anlaşmalar gerekse SUNY gibi işbirlikleri ile bu ihtiyacı giderme yolunu seçtiler.
Şimdi daha kapsamlı, daha sistemli bir alternatifimiz var. ISEP. ISEP dünya üzerindeki 50 ülkeye ait 300’den fazla üniversiteyi kapsayan bir ağ. Bu üniversitelerin 146’sı Amerika Birleşik Devletleri’nde ve ISEP’ ten faydalanan öğrencilerin önemli bir kısmı da bu nedenle Amerikalı. Ancak bu Türk ya da diğer ülke vatandaşı öğrencilerin bu imkândan yararlanamadığı anlamına gelmiyor.
ISEP oldukça geniş bir ağ. ABD'de 146, Kanada'da 4, İngiltere'de 12, Fransa'da 23, İspanya'da 9, İsveç'te 7, Avustralya'da 14, Japonya'da 8, Arjantin'de 4 üye üniversitenin yanı sıra Güney Kore, Brezilya, Yeni Zelanda, Meksika gibi pek çok ülkede de üyeye sahip.
Temel mantığı öğrencinin değişim için gittiği üniversiteye eğitim ücreti vermeksizin bir dönem ya da bir yılını geçirebilmesini sağlamak. Yine öğrenci gittiği üniversitenin yurt, yemek vs gibi imkânlarından faydalanmak istiyorsa bu ödemelerin tümünü de gittiği üniversiteye değil kendi üniversitesine yapıyor. Bu, giden öğrenci için kendi ülkesindeki eğitim masraflarına denk bir bütçe ile öğrenim görme şansı elde etmek demek.
ABD, Japonya, Kanada, İngiltere, Güney Kore, Avustralya gibi pek çok ülkede eğitim ücretlerinin Türkiye’den daha yüksek olduğu hesaba katılırsa Türkiye’deki maliyetlerle bu ülkelerde bir yıl geçirmek daha cazip hale gelmekte.
Erasmus’un aksine ISEP öğrenciye daha küresel bir bakış açısı sunuyor ve Erasmus ya da diğer üniversite ağlarının yaşattığı en temel sorunlardan biri olan değişim yapılan üniversitenin yerel dilde eğitim vermesi nedeni ile doğacak dil uyuşmazlıklarını da ortadan kaldırıyor. ISEP’ e bağlı üniversitelerin tümünde eğitim dili İngilizce.  Değişime giden öğrenci dil problemi yaşamaksızın üniversitesine adapte oluyor. Aksi durumlarla çok sık karşılaşıyoruz. Mesela İspanya’nın Extramadura bölgesinde bir üniversite seçip İspanyolca konuşacağını sanan bir öğrencinin Extramadura’ca ile karşılaştığında yaşadığı şok, yine İtalya’da bir üniversiteye gittiğini düşünerek Napoli’de bir üniversiteye yerleşen öğrencinin Napolitanca ile karşılaştığındaki durumu gibi tatsız sürprizlere yer yok ISEP’ te.
Şu anda ISEP’ e akredite tek Türk Üniversitesi Okan Üniversitesi’dir. Bunda Okan Üniversitesi Uluslararası Ofis Eski Müdürü Ayşe Deniz Özkan’ın büyük emeği geçtiğini hatırlatmadan edemeyeceğim. Ayşe Deniz Özkan halen Kadir Has Üniversitesi Uluslar arası Ofis Direktörü görevini yürütmektedir.
ISEP ile ilgili detaylı bilgiye ise ISEP’ in resmi sayfası olan http://www.isep.org adresinden ulaşmak mümkün.

20 Şubat 2012 Pazartesi

AKILLI TAHTALAR MÜMİN’İN DERDİNDEN NE ANLAR?



Sürekli gelişme ve sürekli modernleşmeden söz edip duruyoruz. Neye göre gelişme ve neye göre modernleşme? Şatafatlı tablet dağıtım törenleri, sınıflara yerleştirilen akıllı tahtalar eğitim sistemimizin hızlı adımlarla “çağdaşlaştığının” nişanesi olarak sunulup duruyor televizyon ekranlarından, gazete sayfalarından.
Bir cismin evrende kapladığı hacim bellidir. Ruhumuz cisim sayılır mı bilemem ama onun da bir hacmi olduğu kesin. Ve o hacmin mevcudu ha bire yer değiştirip duruyor. Akıllı tahtalarımız ve tabletlerimiz geldiğinde ruhumuzda yeni boşluklara ihtiyaç doğacak. Çağdaşlığı ve teknolojiyi sığdırmak için. Bu kaçınılmaz olarak tavan arasındaki hurdaları atar gibi daha az kullanmaya başladıklarımızı atmak demek ruhumuzdan. Geçen şu son yıllar bana vicdanımızı, sağduyumuzu ve iyilik yapma dürtümüzle safiyane idealizmimizi daha az kullanır olduğumuz izlenimi veriyordu zaten. Ne dersiniz çöp tenekesini ilk boylayan bunlar olur mu? Tabletlerin bize getirdiklerine yer açmak için?
Genelde insanlar bu duyguları özellikle de idealizmi belli mesleklere daha çok yakıştırırlar. Doktorlar ya da öğretmenler polisler ya da veterinerlerden daha idealisttir toplumun nazarında. Eskileri çöpe yollama işi en çok öğretmenleri yoracak belli. Zira teknoloji ve çağdaşlık için yer açmak lazım. Çünkü tabletler ve akıllı tahtalar öğrencilerimiz kadar bizler için aynı zamanda.
Teknolojiyi kullanmaya karşı ya da illa öze dönüş diye tutturan bir romantik değilim elbet.  Yine de teknolojiye batmanın insaniyeti öldürmeye başlayacağından endişe duymak gerektiğine inanan bir bireyim.
Yıllarca bana danışan genç adam ve genç kadınlara hayatlarını oluşturacak yolculuğun en önemli kısımlarında, sadece içten birer destekçi olmaya çalıştım. Onlara hayatın seçimlerden ibaret olmadığını ama iyi bir seçimin her hayatı kolaylaştıracağını anlatarak bir yol haritasına sahip olmalarını sağlamak için uğraştım.
Bugün geriye dönüp baktığımda pek çoğunu seçtikleri yolda yürürken görmenin gururunu yaşıyorum. Bunu başarmam da en büyük etken olarak hep onlara dokunabiliyor olmayı, insana dair tüm zaafları içinde barındırsa da duygusal bir bağ kurarak işbirliği yapmayı yeğlemem olduğunu anlattım insanlara.
Gelecek e-öğrenme ve interaktif bir rehberlik anlayışını dayatsa ve ben de gidişatın bu noktaya varacağını, bunun kaçınılmaz ve gerekli bir sonuç olduğunu düşünsem de, en azından bunun sitemli bir olgunlaşmanın sonucunda olması gerektiği kanaatindeyim.
Akıllı tahtalar ile Android’li tabletlerin temsil ettiği değişimin Mümin’in tercihine ne faydası olacağı ise sisler arasındaki bir dağın zirvesi kadar ayan bize. Başlığa koyup ta bahsetmemek olmaz Mümin’den. 2006 Yılında rehber öğretmeni oldum Mümin’in zeki ve az emek harcayarak başarılı olabilen yetenekli bir çocuktu Mümin. Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesini Burslu kazandığında bu mesleğin ona göre olmadığı kanaatimi söyleyememiştim yüzüne. Üniversitesi ona üstün başarısı nedeni ile İngiltere’de yüksek lisans yapma garantisi de vermişti. Her fırsatta görüştük Mümin’le, bir buluşmamızda bana bir sır vereceğini, bunu ailesinden kimsenin de bilmediğini söyledi. Mümin son bir yılı gizli gizli üniversiteye yeniden hazırlanarak geçirmiş özellikle annesinden gelebilecek şiddetli tepkiyi göze alamadığı için yeniden sınava hazırlandığını ailesinden gizlemişti. Sözel puan türünden Türkiye 21.si olduğunu ve yine aynı üniversitenin Tarih Bölümü’nü yazacağını anlattığında karşılıklı koyuverdik kahkahaları. Tereddütsüz yap dedim. Onu ilk kez kendinden bu kadar emin gördüm. Ciddiyete pek az rastladığım bir öğrenci için bu kadar ciddiyet yeteri kadar önemli bir işaretti. Mümin başarılı bir tarih öğrencisi oldu. Farsçasını geliştirmek için İran’ın Kum kentinde bir dil okuluna yazılmak istediğini, annesinin çıldırmak üzere olduğunu söylediğinde de ona bunu yapmasını salık verdim. Üniversitesinin İngilizce Hazırlık Sınıfına bile devam etmeyen, bunun yerine münazara kulübüne takılmayı yeğleyen biri için bu da tutkuya dair önemli bir işaretti.
Benzer bir örnek te Adnan, 2005 yerleştirmelerinde Galatasaray Üniversitesi İletişim Bölümü’ne yerleşti Adnan. Geçmiş yılları tetkik ettiğimizde başarı sırası yerleşmesine yetmiyordu ancak o yıl Galatasaray’ın ÖSS kontenjanında yaşanan bir kişilik artış onu son sıradan Galatasaraylı yaptı. Adnan’a bir frankofon olamayacağını Galatasaray’ın onun için yanlış bir yer olduğunu söyledim ancak kaderin yaşanması gereken bir evresindeydi. İkinci sınıfta bir ara Sorbonne Üniversitesi’ne de gitti ama Fransızca Hazırlık Sınıfı biter bitmez Galatasaray’dan ayrılarak Koç Üniversitesi Tarih Bölümü’ne yerleşti. Şimdi Cenevre Üniversitesi’nde Ortadoğu üzerine yüksek lisans yapıyor. En azından Galatasaray’ın Fransızcası bir işine yaradı.
Bir diğer Örnek ise Gözde’dir. Kendi lisesini okul birincisi olarak bitirdiği için İstanbul’da dilediği bir hukuk fakültesine rahatlıkla yerleşebilecek bir puana sahipti. Günlerce git ve gel ardından, uzun araştırma ve uğraşlardan sonra seçmesi gerektiği fakültenin Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi olduğuna karar verdik. Bunda en büyük etken tek tek üniversitelerin akademik kadroları kıyaslayarak değerlendirmemizdi. Kanaatim Marmara Üniversitesi’nin o dönem ki akademik kadrosunun İstanbul Üniversitesi’nden üstün olduğuydu. Özellikle İbrahim Kaboğlu gibi bir anayasa hukukçusundan ders almanın büyük bir zevk olacağını vurguladım. Gözde ile daha sonraki görüşmelerimde konularımızın biri muhakkak Kaboğlu ve anayasa hukuku oldu hep. Anayasa Hukuku sınavının cevap anahtarı olarak onun cevap kâğıdının panoya asıldığını anlatırken duyduğu heyecan hala tüylerimi diken diken eder. Gözde şu an Kadir Has Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi olarak çalışmakta.
Adnan için, Gözde ya da Mümin için hayatlarında ufak ya da büyük değişiklikler olarak onlara dönen temel duygu “güven” duygusuydu. Rehber Öğretmenlerine “güven”, kendilerine “güven”, kararlarına “güven”
Mesele teknolojinin ne kadar “güven” vereceğidir. Eğer bu güveni oluşturamayacaksa akıllı tahta Mümin’in derdinden ne anlar?

10 Şubat 2012 Cuma

Y KUŞAĞINA E - REHBERLİK


  
Türk Dil Kurumu’na göre kuşak yaklaşık olarak yirmi beş, otuz yıllık yaş kümelerini oluşturan bireyler öbeğidir.“Generation Y” ya da “Y Kuşağı” hangi tarihler arasındaki kuşağa denmeli kafalar karışık. Kimine göre 1977-2000; kimine göre 1981-2000; kine göreyse 1978-1996 arası doğan kuşak X Kuşağı’nın takipçisi olan Y Kuşağı.
Rivayet muhtelif olsa da Y Kuşağı’nın özellikleri sıralanırken bir hemfikir olma durumu mevcut. Genelde bu kuşağa atfedilen özellikler şunlardır;
·         Y Kuşağı, seksen sonrası yetişen apolitik bir kuşak.
·         Teknoloji ile iç içeler. Oyuncakları wii, play station, ipad, ipod.
·         Sosyal medyada vakit geçirme süreleri ebeveynlerini birkaç kez katlıyor.
·         TC Kimlik Numaraları’nı bilmiyorlar ama Black Berry Messenger için gereken PIN numaralarını anında ezberliyorlar.
·         Öz güvenleri tavan yapmış durumda.
·         Sorguluyor ve otoriteye meydan okuyorlar.
·         İkna olmadan asla tatmin olmuyorlar.
·         “Tek başına” yaşıyorlar
·         Egosantrikler. Onaylanmak takdir görmek istiyorlar.
·         Bilgiye çabuk ulaşıyor ama görsel materyalleri yazılı materyale yeğliyorlar.
Daha pek çok özellik sıralanabilir ama buraya kadar sıraladıklarımız bile talepkar ama tatmin edilmesi zor bir görüntü çiziyorlar.
Y Kuşağını asıl önemli kılan Türkiye’deki nüfusun yaklaşık %25 ‘ini oluşturmaları. En genci 12 – 16 en yaşlısı 30 – 34 yaş aralığındaki bu kuşak Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılında iş gücünün %60 ya da 70 ‘ini oluşturacak. Sayıları yaklaşık 15 – 20 milyon arası.
Şimdiden hayatın akışını ve iş gücünü değiştirmeye başladılar bile. İnsan Kaynakları sektörel olarak Y Kuşağını tanımada daha atak ve adaptasyon konusunda eğitim sektöründen daha başarılı görünmekte. Ama yeterli değil.
Bu çocuklar psikolojik danışman ve rehber öğretmenleri değişime zorluyorlar. Bilinen klasik yöntemler yerini yeni bir öğrenci – öğretmen ilişkisine bırakıyor. Y Kuşağı’nın bir rehber öğretmenden beklentisi çok yüksek. Anlaşılmak kadar takip edilmek, geri dönütler görmek ve sık sık ödüllendirilmeyi bekliyor. “Otorite kavramından nefret ediyor. Pek çok rehber öğretmen otoriter yaklaşım yerine düşünceli bir büyük ya da abi – abla gibi davranmayı benimsese de öğrenci bunun da ötesini istiyor. Öğretmenini bir dost bir arkadaş gibi görmek, taleplerinin dinlenmesi, karar alınırken etki edebilmek ve sürece dâhil olmak istiyor. Etkileşimin bu kadar yüksek olduğu bir nesle danışma hizmeti vermek için onların temposuna ayak uydurmak elzem. Hizmeti sunan talep edenin şartlarına evrilmek zorunda.
Bu zorunluluk eninde sonunda “E-Rehberlik” konusunu gündemimize oturtacak gibi. Hızla e-öğrenme, uzaktan eğitim konuları gündemimize yerleşiyorken, geleceğin öğrenme modelinin uzaktan eğitim, e-öğrenme ve birazda klasik örgün eğitimin bir sentezi olacağı fikri genel kabul görürken rehberlik ve danışma hizmetlerinin bunun dışında kalacağını düşünmek abesle iştigal olur.
Bugün pek çok üniversite, özel okul veya dershane öğrencisi ile sosyal medya, internet ya da mobil cihazlar üzerinden haberleşip iletişim kurarken. PodCast üzerinden ders dinlemek, android tabanlı tablet bilgisayarlarla okulunuza canlı bağlanarak bir konferansı takip etmek mümkünken 7/24 çevrimiçi rehberlik hizmeti talep etmenin zamanı geldi dersek yanılmış olmayız.
Pek çoğumuzun aklı, bozulan aracımıza yol yardımı çağırır ya da GSM operatörümüze bağlanıp tarife değiştirir gibi rehberlik ve danışma hizmeti almanın mümkün olup olmadığı konusunu sorgulamaktan bile kaçınırken, zaman bizi bunun gerçekliğe dönüşeceği günlere doğru hızla sürüklemektedir.
Çevrimiçi yaşam bir gerçekliktir. Rehberlik ve danışma hizmetleri de bu gerçekliğe uyum göstermek zorundadır. Dokunmadan anlamanın, aynı havayı solumadan tam bir rehberlik yapılıp yapılamayacağının sorgulanması ayrı bir konu, dokunmadan arkadaşlıkların kurulduğu, ilişkiler yaşandığı, sanal şehirler ve çiftliklerde üretimin elan devam ettiği, medeniyetlerin bir biri ile savaştığı sanal bir dünya da rehberlik ve danışma hizmetinin de bu sürece eklemleneceğini ön görmek ayrı bir konudur.
E-rehberlik pek çok kişi için uzak gelecekmiş gibi görünse de uzak gelecekte bir gün gelecek. Şimdiden bunun üzerinde düşünmeli ve e-rehberliğin potansiyel sorunlarını belirleyerek çözümler üretmeliyiz.
Bana göre e-rehberliğin en büyük problemlerinden birisi hız ve değişkenliğe ayak uydurma sorunudur. Hizmeti veren kitle görece tutukken bu tip bir rehberliği talep edecek kitle son derece aktif, değişken ama bir o kadar da tutkulu. Bu yüzden, tatmin olacağı, inanacağı bir hedef arayan. Bu hedefi bulduğunda motive olabilen. Ancak motive olduğunda da en üst düzeyde bir performans sergileyen bu bireylere çevrimiçi bir ortamda nasıl bu inanç verilecek ve motivasyonun daima en üst düzeyde kalması nasıl sağlanacak?
Zira Y Kuşağı inandığında güçlü bir dürtüyle işine sarılan bir kuşak. Uzun vadeli plan yapmıyorlar ve önlerindeki süreç ne ise -eğitim ya da başka bir şey- onu en kısa sürede tamamlamayı hedefliyorlar. İyi bir yönlendirme onun bir oyunda “level” atlar gibi belirlediği hedefe götüren tüm güçlükleri aşama aşama ortadan kaldırmasını sağlayabilir. Bu tanımlamalar okuyucuya rehberlik ve danışma hizmetinin bir bilgisayar oyunu gibi anlatıldığı hissini uyandırsa da kimse ilerde bir oyunu oluşturan mimarinin e-rehberlik sürecini de oluşturmayacağını iddia edemez. Şayet teknolojinin getirdiği üst düzey dönüt alabilme, anında iletişim kurma ve takip edilebilirliğin kolaylaşması öğrenciyi izlemeyi mümkün kılan “facebook yer bildirimleri” gibi eklentiler öğrenci ve danışmanının gönüllü bir anlaşma ile kendilerini bağlamayı baştan kabul ettikleri bir sözleşme ile sürece dahil edilirse ödül ya da ceza uygulamayı kısmen kolaylaştıran formel eğitimde uygulanandan çok daha yakın, anlık bir takip ve iletişim olanağına sahip yepyeni bir rehberlik ve danışmanlık hizmeti verilebilir.
Uzak gelecek bize sınıf sıraları ve kara tahtaların tarih olacağı bilgisi ile birlikte rehberlik odalarının da bu kervana katılacağını fısıldıyor şimdiden. Rehberlik ve danışma hizmeti veren meslektaşlarım ve bunların bağlı bulunduğu kurumsal yapılar bunun ne kadar farkında bilmiyorum. Ama üzerinde düşünülmesi gereken bir konu olduğuna yönelik inancım tam.
Burada ele aldığımız sistem şimdikinden daha iyi ve verimli bir sistem olarak sunulmamıştır. Zaten bunu ölçme ve şimdiden bir şey söyleme imkanımız da bulunmamaktadır. Yapılan sadece teknolojinin ve değişen şartların dayattığı dönüşümden rehberlik ve danışma hizmetinin nasıl çıkacağına yönelik bir sesli düşünmeden ibarettir. Şimdi bunları düşünmenin zamanıdır. Zira arkadan gelen “Z Kuşağına” bu konularda hazırlıksız yakalanmak işi daha da zora sokabilir.

8 Şubat 2012 Çarşamba

Cemil Meriç'ten Seçmeler 2

Aydınların Dini: İzm’ler
İrfan, düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir kelime. Tecessüsü madde dünyasına çivilemeyen, Zekayı zirvelere kanatlandıran, beşeriyi ilahi ile kutsileştiren, uzun ve çileli bir nefis terbiyesi. İslam, insanı parçalamaz. İrfan, kemale açılan kapı, amelle taçlanan ilim. Batının “kültür”ünde bu Zenginlik, bu ihtişam, bu hayata istikamet veriş yok. İrfan bir mevhibedir. Cehitle gelişen bir mevhibe. Kültür, katı, fakir ve tek buutlu bir lafız. İrfan, beşeri beşer yapan vasıfların bütünüdür. Kültür, homo ekonomikus’un kanlı fetihlerini gizlemeye yarayan bir şal. İrfan, dini ve dünyevi diye ikiye ayrılamaz. Yani her bütün gibi tecezzi kabul etmez. Kültür kaypaklığı, müphemiyeti ve seyyaliyetiyle Avrupa’dır. Tarif edilmemiş, edilemeyen bir kelime. Kah suda, kah karada yaşayan bir hilkat garibesi. Alman için başkadır, Fransız için başka. Bazen içtimai hayatın bütününü ifade eder, bazen bir alışkanlıklar, bir kazanılmış hünerler mecmuasıdır.
Şimdi hayatın kendisidir, şimdi hayatın cilası.
Avrupa’nın kılı kırka yaran tahlilci zekası bilgiyi dünyevi ve dini diye ikiye böler. O’na göre dini kültürle ladini kültür farklı mefhumlardır. Dünyevi kültür ne demek? Kültürü toprağa zincirleyen bu anlayış da bir ideoloji, yani bir aldatmaca değil mi?
Din asırlardan beri yaşayan ve nesilleri huzura kavuşturan, tecrübeden geçmiş bir inançlar manzumesi; sıcak, dost, köklü. Batının dünyevi dediği kültür ise, hakimiyetini tahkim için düşman ülkelere ihraç ettiği sefil bir ideoloji. Taarruzun hedefi haçlı seferlerinden beri aynıdır; kılıçla kazanılamayan zaferi yalanla kazanmak. İdeolojiler tahribe yeltendikleri imanın yerine sahtelerini ikame etmek için uydurulan bir ersatz’dır. Başka bir deyişle, remizleri, merasimleri ve kiliseleriyle çağın icaplarına uydurulmuş birer inanç manzumesi. Rüştünü idrak etmemiş nesillere ilim diye yutturulan, yalnız şartlarıyla ilmi, muhtevalarıyla, masal, birer bulamaç. 
***
Ben Ezeli Bir Mağlubum
"Mektuplarını üzülerek okudum. Sen ki son liman, son ümit, son dost, ilk ve son sevgilisin.
Sen ki yıldızım, sen ki annem, sen ki çocuğumsun..acılarımla hırçınlaştığına üzüldüm. 
Istıraplarım çok mu çirkin,çok mu çocukça? Onları senden mi gizleyeceğim? 
Sahneye maskeyle çıkmak! Ben aktör değilim.
Sesinin tonunda minnacık bir soğuyuş hissettiğim an yokum. Acılarımın kaynağı sensin, evet ama hayatımın kaynağı da sensin, senin için ve seninle yaşıyorum. 
Sen uçuruma yuvarlanırken tutunulan dal, sen vaha, sen bütün hayal kırıklıklarımın dudaklarında ümidleştiği kadın.
"
*
"İki yıl önce bu akşam bir rüyaydınız, bilinmeyendiniz.."

 *
"Sen bütün kitaplardan daha derinsin, sana yazdığım mektuplardan utanıyorum, kendi kendini oku.
Muhammed'e nasıl iman ettiklerini anlıyorum.
Tek mucize kelam. Kelam, yani sen."
*
BİLİYORUM Kİ BENİMSİN
"Ve gece bir deniz kızı gibiydi. Şarkılarla başladı yıldız yıldız; köpük köpük.
Kah bir çöl rüzgarı gibi yakıcı, kah bir çöl gecesi kadar serin.
Hangi beste sözün musikisiyle, sözün füsunuyla boy ölçüşebilir.
Kelime kanattır, kelime buse.
 Ve gece bir deniz kızı gibi başladı. Harikulade gözleri vardı gecenin.
Ve saçları bir kucak alevdiler ve dudaklarında bütün yaraları kapayan, bütün zilletlerin hatırasını silen bir iksir.
*
Salzburg tuzlalarına atılan kuru dallar, bir zaman sonra bir kristal hevengi olarak çıkartılırmış; artık dal kaybolurmuş,
gözleri kamaşırmış insanın. Kainatta farkına vardığımız her yeni güzellik, bizi hayrete düşüren bir keşif olup çıkar.
Aa, deriz, tıpkı onun sesi, tıpkı onun bakışı, tıpkı onun kahkahası.
Kristalizasyon yüzünden günün birinde kendi yarattığımız bir hayale aşık olduğumuzu, hayretler içinde görürüz.
Tecrübe güvensizlik yaratır. Gittikçe kristalizasyon kabiliyetimiz azalır.
İkinci aşk, yozlaşmış bir aşktır.
Aşkın hazları, ilham ettiği korkular ölçüsünde büyüktür.
*
Yalnız seninim. Ve yalnız beni düşündüğün müddetçe aşkımızın ömrü ebedidir.
Büyüyü ancak ihanetin bozar. Manevi ihanetin.
Bir an için gözbebeklerinde raksedecek herhangi bir yabancı hayal, o zaman bu rüya bir kabusa döner ve bir uçurumun kıyısında uyanırsın.

*
MEKTUPLARIN BÜYÜLÜ BİR AYNA
Kendimi bir mektupta seyrettim. Büyülü bir ayna idi bu.
Bu aynada bütün paslarından arınmış ve tanrılaşmış bir Cemil Meriç vardı. Senin Cemil'in. Bu aynada ikimiz vardık.
Eriyen, dağılan, kaynaşan ikimiz. Abélard ile Héloise'i hatırladım.
*
Geçen devirlerde yaşamak, yani derinleşmek ve ömrü alabildiğine uzatmak.
Başka ülkelerde yaşamak, başka insanlarla acı çekmek, başka insanlarla gülmek.
Damlayken denizleşmek. Ve an'a ebediyeti sığdırmak. Kalbini bütün heyecanlara açmak.
Yani sınır taşlarını devirmek, çağların ve politikarın sınır taşlarını. Bütün insanlığı aynı büyük aşk içinde birleştirmek.
Sanat, en yüce sanat, bir "communion" değil midir?
Sanatçının tek vazifesi vardır bence: insanları birbirine sevdirmek. İki insanı veya iki milyar insanı.
Sanat bir heyecan seyyalesiyle kilometrelerin ve asırların ayırdığı kalpleri birleştiren büyüdür.
*
Karanlıklardayım. Ve cinnetin sesi yüzümü kamçılıyor; bir baykuş kahkahası, bir kobra ıslığı...Karanlıklardayım.
Zindanımı aydınlatan tek ışık cıvıltılarınızdı. Yıldızım benim. Ve uzaklardasınız.
*
Çöldeki kumlar gibi susuzum, canım benim, çatlayan topraklar gibi susuzum. Ve mektupların nisan yağmuru.
Hind'in turnaları gökkubbeden dökülen damlaları toprağa düşmeden içerlermiş. Kelimeler alnımı, ruhumu serinleten birer buse. Onları senin ellerin yazmış, güzel ellerin. 
Bir afyonkeş gibi akşamı bekliyorum. Postacı geç uğruyor..
Bu acılar saadetin gölgesi, bu acılar vuslatın dikenli yolu. Bu acılar araf.

*
Sen yıldızlarla dosttun, kumsalda böceklerin vardı. İnsanlar yabancıydı senin için, benim için düşman.
İkimizde gurbetteydik. Karşılaşsak tanıyamazdık birbirimizi, bana gülümsemezdin, ben çekinirdim yanına yaklaşmağa, hisarım, gururdu.
*
SİZDE İDEALİ BULAMADIĞIM ZAMAN
Bir uçurum gibi büyüyen sükut, hayattan, ışıktan, ümitten kopuş.. Nihayet gönlüme baharı getiren sesiniz.
Kırık bir tekne, karanlık bir deniz. Ufukta siz olmasanız hayat denen bu yolculuk, bu rezil, bu pespaye, bu komik sürükleniş dayanılmaz bir çile olurdu.
Yeniden kendimi buldum mektubunuzda, ömrümün en kederli anları sizi kaybettiğimi sandığım anlardı: Şubat'ın ilk günleri, Ankara. Gökkubbenin bütün yıldızları başımda parçalandı ve güneş kahkahalar atarak uzaklaştı ufkumdan ve gece, ıslak, yağlı, isli bir gece bütün benliğimi bir ahtapot gibi kucakladı. 

Kimsiniz? 

Otuz yıldır gördüğüm rüya.
*
Arzın bütün mevsimleri vardı mektuplarında, göğün bütün ışıkları vardı. Şimdi yıldız yıldızdı kelimeler, şimdi şimşek şimşek.
Arada gök kararıyordu. Sonra vuslat gibi güzel bir fecir. Mektupların fırtınayla doluydu, meltemle doluydu, lema ile doluydu, yani Lamiamla doluydu. Kuşlar tarladamı şakıyorlardı, içimdemi?
*
Merhaba canım benim. Sen aşkın bütün hazinelerini büyük bir titizlikle fatihine saklayan gerçek kadın. 
Yalnız kelimelerin değil, rüyaların bile bakir.
*
Rüyalarını ver bana, kendini değil. Olmak istediğin gibi görün, olduğun gibi değil.

31 Ocak 2012 Salı

Cemil Meriç'ten Seçmeler

Din, aşk, şiir... 
Boşlukta yuvarlanan insanın bir yıldıza attığı merdivenler. 
En yüce, en güzel, en ölümsüz taraflarını benliğinden koparıp bir mücerrede armağan eden insan, neden fakirleşsin ? 
Boş kubbeleri sonsuzluğumuzla doldurmak, sonsuzlaştırmaktır. 
Tanrı beşerin en büyük keşfi.  Mağarasında meçhul kuvvetlere yalvaran uzak ceddimiz, feza çağının zındığından daha mı az bahtiyardı ?  Hangi ilmi hakikat bir kabile dininin nass'larından daha sıcak, daha doyurucu? İnanmayanların, inananlara sataşmaları kıskançlıklarındandır. Mü'minlerin saadetini gölgeleyen tek ıstırap, inanmayanlara karşı duyulan merhamet olmalı.
***
Tabular tabular.. Her adımda şuura dur emrini veren bir jandarma neferi. Her kapının arkasında, elinde bıçak, bekleyen bir harem ağası. Düşünme! Düşüneni iftiranın ve sefaletin lağımında boğduktan sonra ellerimizi yıkayıp, "efendim bizde filozof yetişmiyor" diye ah-u vahlar.
***  
Düşünce adamı bir zümrenin emir kulu değildir. Hiçbir merkezden talimat almaz. Bir partiye bağlı olmayabilir. Ama tarihe angajedir. Yani vatandaş olarak vazifeleri vardır: Belli savaşları kabul etmesi, belli tehlikeleri göze alması lazımdır.  Bir devrin şuuru olmak zorundadır o. Başlıca vazifesi: Bütün hakikatleri yoklamak, bütün yalanların maskesini yırtmak, kalabalığa doğruyu göstermek.
Bazen yangın kulesindeki nöbetçi olacaktır, bazen engine açılan geminin kılavuzu. Sokakta insanlar boğazlanırken, düşüncenin asaletine sığınarak elini kolunu bağlamak, düşünceye ihanettir.
*** 
"Her büyük adam kucağında yaşadığı cemiyetin üvey evladıdır.
Zira o, yarın ki veya dünkü veya ötelerdeki bir cemiyetin çocuğu, kendi cemiyetinin değil...
Kaderimizi çizen cemiyet; fakat ona ırzımızı teslim ettiğimiz anda erimişizdir,
denizdeki herhangi bir dalgayız."
***
"Ne garip bir oyuncak şu insan! Yürür, konuşur ve acı çeker. 70 kilodur.
Kendisine ve çevresine ait hiçbir şeyi bilmez. Bir nevi ıstırap makinesi.
İplerini başkaları çeker. Hantal ve şapşal bir robot. Neye sevinir bilinmez.
Sınırsız olan yalnız hayalleri ve acı kabiliyeti. Etten bir kafes ve aciz içinde çırpınan bir ruh.
Vücut araba akıl arabacı. Ama gözleri bağlı arabacının, arabaya hükmeden atlar..
Buda haklı : Varolmak için yokolmak lazım, parça bütüne kavuşacak ki hasret dinsin.
Bütün musiki, bütün şiir, bütün aşk, bu bir çuval kemik, bu asi ten, bu aptalca endişeler ne olacak? Ne olacağını bilen var mı?
Kader hep oynayacağı roller yükler insana ve ıslıklar. Alkış sahtekarların.." Jurnal.3.11.1965
***
"Daima başka, daima yabancı. Ve yıllar, sonbahar yaprakları gibi yolmuş sayfalarını takvimin.
Hasta bir gurur, pencerelerini dış dünyaya kapayan bir ruh. Ve sükut."