31 Ocak 2012 Salı

Cemil Meriç'ten Seçmeler

Din, aşk, şiir... 
Boşlukta yuvarlanan insanın bir yıldıza attığı merdivenler. 
En yüce, en güzel, en ölümsüz taraflarını benliğinden koparıp bir mücerrede armağan eden insan, neden fakirleşsin ? 
Boş kubbeleri sonsuzluğumuzla doldurmak, sonsuzlaştırmaktır. 
Tanrı beşerin en büyük keşfi.  Mağarasında meçhul kuvvetlere yalvaran uzak ceddimiz, feza çağının zındığından daha mı az bahtiyardı ?  Hangi ilmi hakikat bir kabile dininin nass'larından daha sıcak, daha doyurucu? İnanmayanların, inananlara sataşmaları kıskançlıklarındandır. Mü'minlerin saadetini gölgeleyen tek ıstırap, inanmayanlara karşı duyulan merhamet olmalı.
***
Tabular tabular.. Her adımda şuura dur emrini veren bir jandarma neferi. Her kapının arkasında, elinde bıçak, bekleyen bir harem ağası. Düşünme! Düşüneni iftiranın ve sefaletin lağımında boğduktan sonra ellerimizi yıkayıp, "efendim bizde filozof yetişmiyor" diye ah-u vahlar.
***  
Düşünce adamı bir zümrenin emir kulu değildir. Hiçbir merkezden talimat almaz. Bir partiye bağlı olmayabilir. Ama tarihe angajedir. Yani vatandaş olarak vazifeleri vardır: Belli savaşları kabul etmesi, belli tehlikeleri göze alması lazımdır.  Bir devrin şuuru olmak zorundadır o. Başlıca vazifesi: Bütün hakikatleri yoklamak, bütün yalanların maskesini yırtmak, kalabalığa doğruyu göstermek.
Bazen yangın kulesindeki nöbetçi olacaktır, bazen engine açılan geminin kılavuzu. Sokakta insanlar boğazlanırken, düşüncenin asaletine sığınarak elini kolunu bağlamak, düşünceye ihanettir.
*** 
"Her büyük adam kucağında yaşadığı cemiyetin üvey evladıdır.
Zira o, yarın ki veya dünkü veya ötelerdeki bir cemiyetin çocuğu, kendi cemiyetinin değil...
Kaderimizi çizen cemiyet; fakat ona ırzımızı teslim ettiğimiz anda erimişizdir,
denizdeki herhangi bir dalgayız."
***
"Ne garip bir oyuncak şu insan! Yürür, konuşur ve acı çeker. 70 kilodur.
Kendisine ve çevresine ait hiçbir şeyi bilmez. Bir nevi ıstırap makinesi.
İplerini başkaları çeker. Hantal ve şapşal bir robot. Neye sevinir bilinmez.
Sınırsız olan yalnız hayalleri ve acı kabiliyeti. Etten bir kafes ve aciz içinde çırpınan bir ruh.
Vücut araba akıl arabacı. Ama gözleri bağlı arabacının, arabaya hükmeden atlar..
Buda haklı : Varolmak için yokolmak lazım, parça bütüne kavuşacak ki hasret dinsin.
Bütün musiki, bütün şiir, bütün aşk, bu bir çuval kemik, bu asi ten, bu aptalca endişeler ne olacak? Ne olacağını bilen var mı?
Kader hep oynayacağı roller yükler insana ve ıslıklar. Alkış sahtekarların.." Jurnal.3.11.1965
***
"Daima başka, daima yabancı. Ve yıllar, sonbahar yaprakları gibi yolmuş sayfalarını takvimin.
Hasta bir gurur, pencerelerini dış dünyaya kapayan bir ruh. Ve sükut."

28 Ocak 2012 Cumartesi

A la Carte WC - Trabzon, Sürmene'de bir benzin istasyonunda çektim bu fotoğrafı.

Seni Seviyorum, Öyleyse Geleceğini Ben Çizerim (!) *

Tercih dönemi aslında öğrencinin salt üniversitesini seçtiği bir süreç değil, hayatı, kariyeri, gelişimi seçtiği bir süreçtir de aynı zamanda. Seçilen şey bu kadar çok yönlü ve önemli olunca seçimi etkileyen durumlarda çeşitlenmekte haliyle. Öğrencinin seçiminde kendi dışındaki faktörlerin bu kadar yoğun olduğu bir başka durum nadir bulunur. 


Seçim sürecine dâhil olan etmenlerin başında aile gelir. Bunu prestij ve gelecek kaygısı izler. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Belirli bir yaşamı yücelten kültürü, göz önünde ve saygın olmayı vazeden medyayı, başarıyı tek kutsal hedef sayan eğitim sistemini vs. de buna ekleyebilirsiniz.


Anlaşılacağı üzere karar vermekte olan öğrencinin etkisi hatta baskısı altında kaldığı o kadar çok etmen var ki. Bu yazıda biraz bunlardan bahsetmek istedim. Belki bu etmenlerin bir kısmına müdahale etme şansımız olamaz ama yine önemli bir kısmını bertaraf edebiliriz. Burada öğrenciye, ailesine ve eğitim kurumuna büyük sorumluluk düşmektedir ki hiçbirine düşen sorumluluk bir diğerinden daha az değildir. Ne yazık ki bu süreçte öğrenciyi baskı altına alanların başında iyi niyetle dahi olsa ebeveyn ve belki ikinci sırada eğitiminden sorumlu öğretmenleri, danışma konumundaki rehber öğretmeni gelmektedir. Bu kesimlerin tümü kendi pencerelerinden öğrencinin başarısını ve mutluluğunu düşünmektedir. Bu başarı ve mutluluğu sağlamak için de henüz olgunlaştığına, bir bireye dönüştüğüne ikna olamadıkları öğrencinin hata(!) yapmasını engellemek için onun adına ona güzel bir gelecek çizmeye koyulurlar. Sanırım bu tablo yakınlarınızda bir yerde hem de şu an bile yaşanmaktadır.


Peki, bu ne kadar doğrudur? Öğrencimizin daha iyi bir yaşam, mutlu bir meslek hayatını yakalamasında faydası olur mu? Yoksa bu elde edemediklerimizi, hayallerimizi ve geçmişin pişmanlıklarını çocuğumuzun / öğrencimizin üzerinden yeniden kurgulamak mıdır? Eğer basit bir cevap verilmesi gerekiyorsa bu cevap “evet”’tir. Genelde ailelerin ya da öğretmenlerin yaptığı tam da budur. Kendi elde edemediklerini, hayalini kurduklarını onların elleriyle gerçekleştirmek. Yine çoğu bunu bilinçsizce yapar fakat sonuçta yapar.  Zaman göstermiştir ki öğrencinin tercihlerine yapılan böyle bir müdahale Türk filmlerine benzer bir mutlu sonla bitmemektedir. Sonuçta ortaya çıkan mutsuz, mesleğini ve konumunu sevmeyen, bunlarla barışık yaşamayan fertlerdir. Bunu rakamsal verilere dökmek ve istatistik vermek güç olsa da hepimiz biliyoruz ki bu ülkede buna benzer pek çok hikâye yaşanmış ve yaşanmakta.



Bu nedenle bu yazının muhatabı öğrenciler değil aslında onlara yön verenler. Tercih dönemi yaklaşırken sizlerden ricam arkanıza yaslanmanız ve çocuğunuzun / öğrencinizin size ne kadar benzediğini, ne kadar benzemesi gerektiğini ve bunu istemeye ne kadar hakkınız olduğunu sorumanız kendinize. Onun daha önce yaptığı tercihleri ve sonuçlarını geçirin gözlerinizin önünden ve değerlendirin, gerçekten endişe duyduğunuz kadar çok hata yapmış mı? Eğer gönül rahatlığı ile “evet” diyemiyorsanız çocuğunuzu / öğrencinizi seçiminde rahat bırakın. İnanın bu onun için yapabileceğiniz en büyük iyiliktir. Bugün pek çok üniversite tanıtım günleri düzenlemekte, stantları ya da bizzat kampüslerde üniversitelerini tanıtmaktadır. Onunla elinizden geldiğince çok üniversiteyi dolaşın. Sormaya, sorgulamaya teşvik edin. Akademisyenlerden, okuyan öğrencilerden, okul yöneticilerinden bilgiler almasını, sorgulamasını ve seçmesini izleyin. Ve korkmayın, çocuğunuza güvenin. O geleceğini kuruyor, bunu 18 yaşına kadar sizlerin ona verdikleri ile yapıyor. Bırakın onu ve gurur duyun. Çünkü ona güveniniz aslında kendinize güveninizdir de.
*: www.sinavdirgecer.com 'da yayınlanmıştır.

Nasıl Bir Üniversite? *

Bir üniversite öğrencisinin herhalde en zor dönemi mezun olmadan hemen önceki yılıdır. Artık yolun sonuna yaklaştığının ayırtına varmış birinin aklına sökün eden anılar gibi hayata atılıyor olmanın bilinci ile ne kadar hazır olduğuna dair sorular akın eder beynine. Bu sıkıntılı dönemde sakin ve kendinden emin cevaplara sahip olanlar ise ne yazık ki azınlıktadır. Son sınıf öğrencilerinin ekserisi geçirdikleri üniversite hayatının kendilerini hayata ve iş yaşamına yeteri kadar hazırlamamış olduğunun farkına varırlar. Bu yazıyı okuyan bir son sınıf öğrencisi ise belki çok geç kalmış olabilir ancak pek çok üniversite adayı ya da henüz üniversite hayatının başındakiler için bir ilham vermesi maksadıyla nasıl bir üniversite hayatının iş yaşamına hazır mezunlar verebileceği sorusuna cevap arama gereği duydum.
“İş” toplumsal statünüzü belirleyen en temel kavram olması ve seçilen “işin” hayatınızın geri kalanını şekillendireceği gerçeğinin etkisi ile değerlendirilmesi gereken bir olgu. Ancak bir diğer gerçek iyi bir işe sahip olmanın her geçen yıl daha da zorlaşıyor olmasıdır. Bu güne kadar iyi bir işe sahip olmanın yolunun iyi bir üniversiteden mezun olmak ile sınırlı olduğu düşüncesi yaygındı. Bugün ise genel kanı sadece diploma sahibi olmanın iyi bir iş ve geliri garantilemediğidir. Üniversite hayatının bir ara dönem olduğu ve bu ara dönemin iş yaşamına hazırlanmak için geçirilmesi gerektiği düşüncesi pek çok taraftarı olan ve son zamanlarda oldukça popüler bir düşüncedir. Bu düşünce eğitim kurumlarınca da paylaşılıyor olsa gerek ki üniversiteler birbirinin ardı sıra iş yaşamına hazırlayıcı dersler ve projeler yaratmakta, farklılıklarını ortaya koyarken öncelikle bu noktalara dikkat çekmektedirler. Yine de üzerinde önemle durulması gereken bir hususun altını çizmem gerek. Kişisel gelişim bireyin kendi çabasının ürünüdür. İmkânlar ve alt yapı bunu hızlandırsa da bireyin arzusu belirleyici unsurdur.
İş yaşamı artık katılımcı, aktif ve gelişime açık çalışanlar talep etmektedir. Türkiye’de çalışma yaşındaki nüfusun oranı %67,2’dir. Bu veri tek başına bile çalışma yaşamındaki rekabetin ne kadar yırtıcı olduğunun işaretidir. Şartlar böyle olunca şirketler daha seçici olmakta ve çıtayı sürekli yükseltmektedir. Bunu anlamak için herhangi bir çevrimiçi insan kaynakları sitesinden rast gele ilan taratmak bile yeterli olur. Şirketlerin bu konuda esneme ihtimalinin küçük olduğunu kabul edersek talep edilenleri karşılamak işi talep edene düşmektedir. Yeni mezun ve geliri olmayan bir bireyin bu eksikleri gidermesinin ne kadar güç olduğunu kavramak ise zor olmasa gerek. Bu noktada yapılması gereken üniversite yaşamını iyi değerlendirmektir. Mümkün olan tüm eğitici aktivite, sosyal kulüp ve topluluklar ile staj, yaz çalışması, çalışan öğrenci programlarını en iyi şekilde kullanmak gerekmektedir.
Kulüp ve topluluklar sosyalleşmek ve kişisel gelişim açısından son derece önemli bir rol üstlenmektedir. Bir topluluk ya da kulüp faaliyeti sizi içinde bulunduğunuz çekingen ve içe kapanık durumdan çekip kurtarabildiği gibi size iş yaşamına yaklaşma ve tecrübe edinme imkânları da sunabilmektedir. Bir dans kulübünün size kazandıracağı sadece dans etmek değil kendine güvenmektir. Girişimcilik ya da ticaret toplulukları gibi oluşumların getirisi daha mezun olmadan işinizi bulmak olabilmektedir. Nitekim buna dair pek çok örnek üniversitelerimizde yaşanmaktadır.
Burada üniversitelere düşen asıl görev öğrencilerinin bu imkânlara kolay ulaşımına olanak vermektir. İş yaşamının gereği olan nitelikli, kendine güvenen ve sosyal çalışanlar bu imkânları tanıyan üniversitelerin öğrencileri arasından seçileceklerdir.
Bugün iş yaşamı için iyi bir lisan becerisine sahip, risk alabilen ve lider özellikleri baskın çalışanlar bulmak verimli çalışma ortamları yaratmak için zorunlu şartlara dönüşmüştür. Bir dili iyi bilmenin bile ayırıcı bir vasıf olmadığı bir dönemde sayıları az bile olsa bazı üniversitelerimizin çift dil bilen mezunlar vermek için emek harcıyor olmaları sevindiricidir. Bugün Türkiye’deki pek çok üniversite sosyal kulüp ve topluluklara destek vermekte, Latin dansları topluluğundan girişimcilik kulübüne, uzay bilimleri topluluğundan, dağcılık ve doğa sporları kulüplerine kadar öğrencilerin kendilerine artı değer katabilecekleri pek çok fırsatlar yaratmaktadır. Bunlara yaz staj programı, yaz çalışanı vs gibi çalışma ağırlıklı aktiviteleri de eklemekte fayda var. Öğrenciyi iş yaşamına yaklaştıran, onu işverenle buluşturarak yeni fırsatlar yakalamasını, kendini göstermesini sağlayan programlar sayesinde pek çok üniversite öğrencisi henüz mezun olmadan işini ve kariyerini sağlama alabilmiştir.
Buraya kadar saydığımız hususlara uluslar arası değişim programlarını, work and travel ya da uluslararası yaz kampları gibi seçenekleri de eklemek mümkün ancak bunların başka bir yazıda daha detaylı ele alınması gerektiğine inanıyorum.
Son bir hatırlatma yapmak gerekirse ikinci kez tekrar etme gereği duyduğum husus kişisel gelişim şartlardan bağımsız olarak bireyde başlayıp ve bittiğidir. Bu nedenle arzulu olmak önemli ve ayırıcı olan noktadır. Bir üniversite adayına düşen, seçeceği üniversiteyi belirleme aşamasında yerleşke, bölüm ya da konum kadar sosyal topluluk ve kulüpler ile iş yaşamına hazırlık konusunda üniversitenin ne kadar “hazır” olduğunu sınamalarıdır.
*: www.sinavdirgecer.com 'da yayınlanmıştır.