Sürekli gelişme ve sürekli
modernleşmeden söz edip duruyoruz. Neye göre gelişme ve neye göre modernleşme?
Şatafatlı tablet dağıtım törenleri, sınıflara yerleştirilen akıllı tahtalar
eğitim sistemimizin hızlı adımlarla “çağdaşlaştığının” nişanesi olarak sunulup
duruyor televizyon ekranlarından, gazete sayfalarından.
Bir cismin evrende kapladığı hacim
bellidir. Ruhumuz cisim sayılır mı bilemem ama onun da bir hacmi olduğu kesin.
Ve o hacmin mevcudu ha bire yer değiştirip duruyor. Akıllı tahtalarımız ve
tabletlerimiz geldiğinde ruhumuzda yeni boşluklara ihtiyaç doğacak. Çağdaşlığı
ve teknolojiyi sığdırmak için. Bu kaçınılmaz olarak tavan arasındaki hurdaları
atar gibi daha az kullanmaya başladıklarımızı atmak demek ruhumuzdan. Geçen şu
son yıllar bana vicdanımızı, sağduyumuzu ve iyilik yapma dürtümüzle safiyane
idealizmimizi daha az kullanır olduğumuz izlenimi veriyordu zaten. Ne dersiniz
çöp tenekesini ilk boylayan bunlar olur mu? Tabletlerin bize getirdiklerine yer
açmak için?
Genelde insanlar bu duyguları
özellikle de idealizmi belli mesleklere daha çok yakıştırırlar. Doktorlar ya da
öğretmenler polisler ya da veterinerlerden daha idealisttir toplumun nazarında.
Eskileri çöpe yollama işi en çok öğretmenleri yoracak belli. Zira teknoloji ve
çağdaşlık için yer açmak lazım. Çünkü tabletler ve akıllı tahtalar öğrencilerimiz
kadar bizler için aynı zamanda.
Teknolojiyi kullanmaya karşı ya da
illa öze dönüş diye tutturan bir romantik değilim elbet. Yine de teknolojiye batmanın insaniyeti
öldürmeye başlayacağından endişe duymak gerektiğine inanan bir bireyim.
Yıllarca bana danışan genç adam ve
genç kadınlara hayatlarını oluşturacak yolculuğun en önemli kısımlarında,
sadece içten birer destekçi olmaya çalıştım. Onlara hayatın seçimlerden ibaret
olmadığını ama iyi bir seçimin her hayatı kolaylaştıracağını anlatarak bir yol
haritasına sahip olmalarını sağlamak için uğraştım.
Bugün geriye dönüp baktığımda pek
çoğunu seçtikleri yolda yürürken görmenin gururunu yaşıyorum. Bunu başarmam da
en büyük etken olarak hep onlara dokunabiliyor olmayı, insana dair tüm zaafları
içinde barındırsa da duygusal bir bağ kurarak işbirliği yapmayı yeğlemem
olduğunu anlattım insanlara.
Gelecek e-öğrenme ve interaktif bir
rehberlik anlayışını dayatsa ve ben de gidişatın bu noktaya varacağını, bunun
kaçınılmaz ve gerekli bir sonuç olduğunu düşünsem de, en azından bunun sitemli bir
olgunlaşmanın sonucunda olması gerektiği kanaatindeyim.
Akıllı tahtalar ile Android’li
tabletlerin temsil ettiği değişimin Mümin’in tercihine ne faydası olacağı ise
sisler arasındaki bir dağın zirvesi kadar ayan bize. Başlığa koyup ta
bahsetmemek olmaz Mümin’den. 2006 Yılında rehber öğretmeni oldum Mümin’in zeki
ve az emek harcayarak başarılı olabilen yetenekli bir çocuktu Mümin. Yeditepe Üniversitesi
Hukuk Fakültesini Burslu kazandığında bu mesleğin ona göre olmadığı kanaatimi
söyleyememiştim yüzüne. Üniversitesi ona üstün başarısı nedeni ile İngiltere’de
yüksek lisans yapma garantisi de vermişti. Her fırsatta görüştük Mümin’le, bir
buluşmamızda bana bir sır vereceğini, bunu ailesinden kimsenin de bilmediğini
söyledi. Mümin son bir yılı gizli gizli üniversiteye yeniden hazırlanarak
geçirmiş özellikle annesinden gelebilecek şiddetli tepkiyi göze alamadığı için
yeniden sınava hazırlandığını ailesinden gizlemişti. Sözel puan türünden
Türkiye 21.si olduğunu ve yine aynı üniversitenin Tarih Bölümü’nü yazacağını
anlattığında karşılıklı koyuverdik kahkahaları. Tereddütsüz yap dedim. Onu ilk
kez kendinden bu kadar emin gördüm. Ciddiyete pek az rastladığım bir öğrenci
için bu kadar ciddiyet yeteri kadar önemli bir işaretti. Mümin başarılı bir
tarih öğrencisi oldu. Farsçasını geliştirmek için İran’ın Kum kentinde bir dil
okuluna yazılmak istediğini, annesinin çıldırmak üzere olduğunu söylediğinde de
ona bunu yapmasını salık verdim. Üniversitesinin İngilizce Hazırlık Sınıfına
bile devam etmeyen, bunun yerine münazara kulübüne takılmayı yeğleyen biri için
bu da tutkuya dair önemli bir işaretti.
Benzer bir örnek te Adnan, 2005
yerleştirmelerinde Galatasaray Üniversitesi İletişim Bölümü’ne yerleşti Adnan.
Geçmiş yılları tetkik ettiğimizde başarı sırası yerleşmesine yetmiyordu ancak o
yıl Galatasaray’ın ÖSS kontenjanında yaşanan bir kişilik artış onu son sıradan
Galatasaraylı yaptı. Adnan’a bir frankofon olamayacağını Galatasaray’ın onun
için yanlış bir yer olduğunu söyledim ancak kaderin yaşanması gereken bir
evresindeydi. İkinci sınıfta bir ara Sorbonne Üniversitesi’ne de gitti ama
Fransızca Hazırlık Sınıfı biter bitmez Galatasaray’dan ayrılarak Koç
Üniversitesi Tarih Bölümü’ne yerleşti. Şimdi Cenevre Üniversitesi’nde Ortadoğu
üzerine yüksek lisans yapıyor. En azından Galatasaray’ın Fransızcası bir işine
yaradı.
Bir diğer Örnek ise Gözde’dir. Kendi
lisesini okul birincisi olarak bitirdiği için İstanbul’da dilediği bir hukuk fakültesine
rahatlıkla yerleşebilecek bir puana sahipti. Günlerce git ve gel ardından, uzun
araştırma ve uğraşlardan sonra seçmesi gerektiği fakültenin Marmara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi olduğuna karar verdik. Bunda en büyük etken tek
tek üniversitelerin akademik kadroları kıyaslayarak değerlendirmemizdi. Kanaatim
Marmara Üniversitesi’nin o dönem ki akademik kadrosunun İstanbul Üniversitesi’nden
üstün olduğuydu. Özellikle İbrahim Kaboğlu gibi bir anayasa hukukçusundan ders
almanın büyük bir zevk olacağını vurguladım. Gözde ile daha sonraki
görüşmelerimde konularımızın biri muhakkak Kaboğlu ve anayasa hukuku oldu hep.
Anayasa Hukuku sınavının cevap anahtarı olarak onun cevap kâğıdının panoya
asıldığını anlatırken duyduğu heyecan hala tüylerimi diken diken eder. Gözde şu
an Kadir Has Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Anayasa Hukuku Anabilim Dalı
Araştırma Görevlisi olarak çalışmakta.
Adnan için, Gözde ya da Mümin için
hayatlarında ufak ya da büyük değişiklikler olarak onlara dönen temel duygu “güven”
duygusuydu. Rehber Öğretmenlerine “güven”, kendilerine “güven”, kararlarına “güven”
Mesele teknolojinin ne kadar “güven”
vereceğidir. Eğer bu güveni oluşturamayacaksa akıllı tahta Mümin’in derdinden
ne anlar?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder