28 Haziran 2012 Perşembe
Eğitim haberlerinin yeni kaynağı
www.eğitim365.com yayın hayatına başladığı kısa süreden bu yana hızlı bir ivme göstererek yüksek bir takip oranına ulaştı. Takip etmek için http://www.egitim365.com/
29 Şubat 2012 Çarşamba
Kapı
hiçbir kapıyı sert kapatma
hatta hiç kapatma
bırak kimse girmese bile
ışık girsin
ışık girsin
korktuğun bir gece
o ışığa ihtiyacın olacak
29 Şubat 2012
21 Şubat 2012 Salı
Merhaba Dünyalı. I am a student.
Artık öğrencilerin gözdesi değişim programları, Erasmus en bilinen değişim programı olsa da artık oldukça sıradanlaştığını söylebiliriz. Hemen hemen tüm devlet ve vakıf üniversiteleri bir şekilde öğrencilerini Avrupa’ya gönderiyor. Ancak Avrupa’nın ötesinde beklentilere sahip öğrenciler de var. Bu öğrencilerin beklentilerini yerine getirecek pratik bir yola ihtiyaç olduğu genel bir kabuldü zaten. Bunun için pek çok üniversite gerek ikili anlaşmalar gerekse SUNY gibi işbirlikleri ile bu ihtiyacı giderme yolunu seçtiler.
Şimdi daha
kapsamlı, daha sistemli bir alternatifimiz var. ISEP. ISEP dünya üzerindeki 50
ülkeye ait 300’den fazla üniversiteyi kapsayan bir ağ. Bu üniversitelerin
146’sı Amerika Birleşik Devletleri’nde ve ISEP’ ten faydalanan öğrencilerin
önemli bir kısmı da bu nedenle Amerikalı. Ancak bu Türk ya da diğer ülke
vatandaşı öğrencilerin bu imkândan yararlanamadığı anlamına gelmiyor.
ISEP oldukça
geniş bir ağ. ABD'de 146, Kanada'da 4, İngiltere'de 12, Fransa'da 23,
İspanya'da 9, İsveç'te 7, Avustralya'da 14, Japonya'da 8, Arjantin'de 4 üye
üniversitenin yanı sıra Güney Kore, Brezilya, Yeni Zelanda, Meksika gibi pek
çok ülkede de üyeye sahip.
Temel mantığı
öğrencinin değişim için gittiği üniversiteye eğitim ücreti vermeksizin bir
dönem ya da bir yılını geçirebilmesini sağlamak. Yine öğrenci gittiği
üniversitenin yurt, yemek vs gibi imkânlarından faydalanmak istiyorsa bu ödemelerin
tümünü de gittiği üniversiteye değil kendi üniversitesine yapıyor. Bu, giden
öğrenci için kendi ülkesindeki eğitim masraflarına denk bir bütçe ile öğrenim
görme şansı elde etmek demek.
ABD, Japonya,
Kanada, İngiltere, Güney Kore, Avustralya gibi pek çok ülkede eğitim
ücretlerinin Türkiye’den daha yüksek olduğu hesaba katılırsa Türkiye’deki
maliyetlerle bu ülkelerde bir yıl geçirmek daha cazip hale gelmekte.
Erasmus’un
aksine ISEP öğrenciye daha küresel bir bakış açısı sunuyor ve Erasmus ya da
diğer üniversite ağlarının yaşattığı en temel sorunlardan biri olan değişim
yapılan üniversitenin yerel dilde eğitim vermesi nedeni ile doğacak dil
uyuşmazlıklarını da ortadan kaldırıyor. ISEP’ e bağlı üniversitelerin tümünde
eğitim dili İngilizce. Değişime giden
öğrenci dil problemi yaşamaksızın üniversitesine adapte oluyor. Aksi durumlarla
çok sık karşılaşıyoruz. Mesela İspanya’nın Extramadura bölgesinde bir
üniversite seçip İspanyolca konuşacağını sanan bir öğrencinin Extramadura’ca
ile karşılaştığında yaşadığı şok, yine İtalya’da bir üniversiteye gittiğini
düşünerek Napoli’de bir üniversiteye yerleşen öğrencinin Napolitanca ile
karşılaştığındaki durumu gibi tatsız sürprizlere yer yok ISEP’ te.
Şu anda ISEP’
e akredite tek Türk Üniversitesi Okan Üniversitesi’dir. Bunda Okan Üniversitesi
Uluslararası Ofis Eski Müdürü Ayşe Deniz Özkan’ın büyük emeği geçtiğini
hatırlatmadan edemeyeceğim. Ayşe Deniz Özkan halen Kadir Has Üniversitesi
Uluslar arası Ofis Direktörü görevini yürütmektedir.
ISEP ile
ilgili detaylı bilgiye ise ISEP’ in resmi sayfası olan http://www.isep.org adresinden ulaşmak mümkün.
Etiketler:
ABD,
Avrupa,
Avustralya,
Ayşe Deniz Özken,
Eğitim,
Erasmus,
Güney Kore,
ISEP,
Japonya,
Kadir Has Üniversitesi,
Kanada,
Öğrenci Değişim Programları
20 Şubat 2012 Pazartesi
AKILLI TAHTALAR MÜMİN’İN DERDİNDEN NE ANLAR?
Sürekli gelişme ve sürekli
modernleşmeden söz edip duruyoruz. Neye göre gelişme ve neye göre modernleşme?
Şatafatlı tablet dağıtım törenleri, sınıflara yerleştirilen akıllı tahtalar
eğitim sistemimizin hızlı adımlarla “çağdaşlaştığının” nişanesi olarak sunulup
duruyor televizyon ekranlarından, gazete sayfalarından.
Bir cismin evrende kapladığı hacim
bellidir. Ruhumuz cisim sayılır mı bilemem ama onun da bir hacmi olduğu kesin.
Ve o hacmin mevcudu ha bire yer değiştirip duruyor. Akıllı tahtalarımız ve
tabletlerimiz geldiğinde ruhumuzda yeni boşluklara ihtiyaç doğacak. Çağdaşlığı
ve teknolojiyi sığdırmak için. Bu kaçınılmaz olarak tavan arasındaki hurdaları
atar gibi daha az kullanmaya başladıklarımızı atmak demek ruhumuzdan. Geçen şu
son yıllar bana vicdanımızı, sağduyumuzu ve iyilik yapma dürtümüzle safiyane
idealizmimizi daha az kullanır olduğumuz izlenimi veriyordu zaten. Ne dersiniz
çöp tenekesini ilk boylayan bunlar olur mu? Tabletlerin bize getirdiklerine yer
açmak için?
Genelde insanlar bu duyguları
özellikle de idealizmi belli mesleklere daha çok yakıştırırlar. Doktorlar ya da
öğretmenler polisler ya da veterinerlerden daha idealisttir toplumun nazarında.
Eskileri çöpe yollama işi en çok öğretmenleri yoracak belli. Zira teknoloji ve
çağdaşlık için yer açmak lazım. Çünkü tabletler ve akıllı tahtalar öğrencilerimiz
kadar bizler için aynı zamanda.
Teknolojiyi kullanmaya karşı ya da
illa öze dönüş diye tutturan bir romantik değilim elbet. Yine de teknolojiye batmanın insaniyeti
öldürmeye başlayacağından endişe duymak gerektiğine inanan bir bireyim.
Yıllarca bana danışan genç adam ve
genç kadınlara hayatlarını oluşturacak yolculuğun en önemli kısımlarında,
sadece içten birer destekçi olmaya çalıştım. Onlara hayatın seçimlerden ibaret
olmadığını ama iyi bir seçimin her hayatı kolaylaştıracağını anlatarak bir yol
haritasına sahip olmalarını sağlamak için uğraştım.
Bugün geriye dönüp baktığımda pek
çoğunu seçtikleri yolda yürürken görmenin gururunu yaşıyorum. Bunu başarmam da
en büyük etken olarak hep onlara dokunabiliyor olmayı, insana dair tüm zaafları
içinde barındırsa da duygusal bir bağ kurarak işbirliği yapmayı yeğlemem
olduğunu anlattım insanlara.
Gelecek e-öğrenme ve interaktif bir
rehberlik anlayışını dayatsa ve ben de gidişatın bu noktaya varacağını, bunun
kaçınılmaz ve gerekli bir sonuç olduğunu düşünsem de, en azından bunun sitemli bir
olgunlaşmanın sonucunda olması gerektiği kanaatindeyim.
Akıllı tahtalar ile Android’li
tabletlerin temsil ettiği değişimin Mümin’in tercihine ne faydası olacağı ise
sisler arasındaki bir dağın zirvesi kadar ayan bize. Başlığa koyup ta
bahsetmemek olmaz Mümin’den. 2006 Yılında rehber öğretmeni oldum Mümin’in zeki
ve az emek harcayarak başarılı olabilen yetenekli bir çocuktu Mümin. Yeditepe Üniversitesi
Hukuk Fakültesini Burslu kazandığında bu mesleğin ona göre olmadığı kanaatimi
söyleyememiştim yüzüne. Üniversitesi ona üstün başarısı nedeni ile İngiltere’de
yüksek lisans yapma garantisi de vermişti. Her fırsatta görüştük Mümin’le, bir
buluşmamızda bana bir sır vereceğini, bunu ailesinden kimsenin de bilmediğini
söyledi. Mümin son bir yılı gizli gizli üniversiteye yeniden hazırlanarak
geçirmiş özellikle annesinden gelebilecek şiddetli tepkiyi göze alamadığı için
yeniden sınava hazırlandığını ailesinden gizlemişti. Sözel puan türünden
Türkiye 21.si olduğunu ve yine aynı üniversitenin Tarih Bölümü’nü yazacağını
anlattığında karşılıklı koyuverdik kahkahaları. Tereddütsüz yap dedim. Onu ilk
kez kendinden bu kadar emin gördüm. Ciddiyete pek az rastladığım bir öğrenci
için bu kadar ciddiyet yeteri kadar önemli bir işaretti. Mümin başarılı bir
tarih öğrencisi oldu. Farsçasını geliştirmek için İran’ın Kum kentinde bir dil
okuluna yazılmak istediğini, annesinin çıldırmak üzere olduğunu söylediğinde de
ona bunu yapmasını salık verdim. Üniversitesinin İngilizce Hazırlık Sınıfına
bile devam etmeyen, bunun yerine münazara kulübüne takılmayı yeğleyen biri için
bu da tutkuya dair önemli bir işaretti.
Benzer bir örnek te Adnan, 2005
yerleştirmelerinde Galatasaray Üniversitesi İletişim Bölümü’ne yerleşti Adnan.
Geçmiş yılları tetkik ettiğimizde başarı sırası yerleşmesine yetmiyordu ancak o
yıl Galatasaray’ın ÖSS kontenjanında yaşanan bir kişilik artış onu son sıradan
Galatasaraylı yaptı. Adnan’a bir frankofon olamayacağını Galatasaray’ın onun
için yanlış bir yer olduğunu söyledim ancak kaderin yaşanması gereken bir
evresindeydi. İkinci sınıfta bir ara Sorbonne Üniversitesi’ne de gitti ama
Fransızca Hazırlık Sınıfı biter bitmez Galatasaray’dan ayrılarak Koç
Üniversitesi Tarih Bölümü’ne yerleşti. Şimdi Cenevre Üniversitesi’nde Ortadoğu
üzerine yüksek lisans yapıyor. En azından Galatasaray’ın Fransızcası bir işine
yaradı.
Bir diğer Örnek ise Gözde’dir. Kendi
lisesini okul birincisi olarak bitirdiği için İstanbul’da dilediği bir hukuk fakültesine
rahatlıkla yerleşebilecek bir puana sahipti. Günlerce git ve gel ardından, uzun
araştırma ve uğraşlardan sonra seçmesi gerektiği fakültenin Marmara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi olduğuna karar verdik. Bunda en büyük etken tek
tek üniversitelerin akademik kadroları kıyaslayarak değerlendirmemizdi. Kanaatim
Marmara Üniversitesi’nin o dönem ki akademik kadrosunun İstanbul Üniversitesi’nden
üstün olduğuydu. Özellikle İbrahim Kaboğlu gibi bir anayasa hukukçusundan ders
almanın büyük bir zevk olacağını vurguladım. Gözde ile daha sonraki
görüşmelerimde konularımızın biri muhakkak Kaboğlu ve anayasa hukuku oldu hep.
Anayasa Hukuku sınavının cevap anahtarı olarak onun cevap kâğıdının panoya
asıldığını anlatırken duyduğu heyecan hala tüylerimi diken diken eder. Gözde şu
an Kadir Has Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Anayasa Hukuku Anabilim Dalı
Araştırma Görevlisi olarak çalışmakta.
Adnan için, Gözde ya da Mümin için
hayatlarında ufak ya da büyük değişiklikler olarak onlara dönen temel duygu “güven”
duygusuydu. Rehber Öğretmenlerine “güven”, kendilerine “güven”, kararlarına “güven”
Mesele teknolojinin ne kadar “güven”
vereceğidir. Eğer bu güveni oluşturamayacaksa akıllı tahta Mümin’in derdinden
ne anlar?
10 Şubat 2012 Cuma
Y KUŞAĞINA E - REHBERLİK
Türk
Dil Kurumu’na göre kuşak yaklaşık olarak yirmi beş, otuz yıllık yaş kümelerini
oluşturan bireyler öbeğidir.“Generation Y” ya da “Y Kuşağı” hangi tarihler
arasındaki kuşağa denmeli kafalar karışık. Kimine göre 1977-2000; kimine göre
1981-2000; kine göreyse 1978-1996 arası doğan kuşak X Kuşağı’nın takipçisi olan
Y Kuşağı.
Rivayet
muhtelif olsa da Y Kuşağı’nın özellikleri sıralanırken bir hemfikir olma durumu
mevcut. Genelde bu kuşağa atfedilen özellikler şunlardır;
·
Y Kuşağı, seksen sonrası yetişen apolitik bir
kuşak.
·
Teknoloji ile iç içeler. Oyuncakları wii,
play station, ipad, ipod.
·
Sosyal medyada vakit geçirme süreleri
ebeveynlerini birkaç kez katlıyor.
·
TC Kimlik Numaraları’nı bilmiyorlar ama Black
Berry Messenger için gereken PIN numaralarını anında ezberliyorlar.
·
Öz güvenleri tavan yapmış durumda.
·
Sorguluyor ve otoriteye meydan okuyorlar.
·
İkna olmadan asla tatmin olmuyorlar.
·
“Tek başına” yaşıyorlar
·
Egosantrikler. Onaylanmak takdir görmek
istiyorlar.
·
Bilgiye çabuk ulaşıyor ama görsel
materyalleri yazılı materyale yeğliyorlar.
Daha
pek çok özellik sıralanabilir ama buraya kadar sıraladıklarımız bile talepkar
ama tatmin edilmesi zor bir görüntü çiziyorlar.
Y
Kuşağını asıl önemli kılan Türkiye’deki nüfusun yaklaşık %25 ‘ini
oluşturmaları. En genci 12 – 16 en yaşlısı 30 – 34 yaş aralığındaki bu kuşak
Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılında iş gücünün %60 ya da 70 ‘ini oluşturacak. Sayıları
yaklaşık 15 – 20 milyon arası.
Şimdiden
hayatın akışını ve iş gücünü değiştirmeye başladılar bile. İnsan Kaynakları
sektörel olarak Y Kuşağını tanımada daha atak ve adaptasyon konusunda eğitim
sektöründen daha başarılı görünmekte. Ama yeterli değil.
Bu
çocuklar psikolojik danışman ve rehber öğretmenleri değişime zorluyorlar. Bilinen
klasik yöntemler yerini yeni bir öğrenci – öğretmen ilişkisine bırakıyor. Y
Kuşağı’nın bir rehber öğretmenden beklentisi çok yüksek. Anlaşılmak kadar takip
edilmek, geri dönütler görmek ve sık sık ödüllendirilmeyi bekliyor. “Otorite
kavramından nefret ediyor. Pek çok rehber öğretmen otoriter yaklaşım yerine
düşünceli bir büyük ya da abi – abla gibi davranmayı benimsese de öğrenci bunun
da ötesini istiyor. Öğretmenini bir dost bir arkadaş gibi görmek, taleplerinin
dinlenmesi, karar alınırken etki edebilmek ve sürece dâhil olmak istiyor.
Etkileşimin bu kadar yüksek olduğu bir nesle danışma hizmeti vermek için
onların temposuna ayak uydurmak elzem. Hizmeti sunan talep edenin şartlarına
evrilmek zorunda.
Bu
zorunluluk eninde sonunda “E-Rehberlik” konusunu gündemimize oturtacak gibi.
Hızla e-öğrenme, uzaktan eğitim konuları gündemimize yerleşiyorken, geleceğin
öğrenme modelinin uzaktan eğitim, e-öğrenme ve birazda klasik örgün eğitimin
bir sentezi olacağı fikri genel kabul görürken rehberlik ve danışma
hizmetlerinin bunun dışında kalacağını düşünmek abesle iştigal olur.
Bugün
pek çok üniversite, özel okul veya dershane öğrencisi ile sosyal medya,
internet ya da mobil cihazlar üzerinden haberleşip iletişim kurarken. PodCast
üzerinden ders dinlemek, android tabanlı tablet bilgisayarlarla okulunuza canlı
bağlanarak bir konferansı takip etmek mümkünken 7/24 çevrimiçi rehberlik
hizmeti talep etmenin zamanı geldi dersek yanılmış olmayız.
Pek
çoğumuzun aklı, bozulan aracımıza yol yardımı çağırır ya da GSM operatörümüze
bağlanıp tarife değiştirir gibi rehberlik ve danışma hizmeti almanın mümkün
olup olmadığı konusunu sorgulamaktan bile kaçınırken, zaman bizi bunun
gerçekliğe dönüşeceği günlere doğru hızla sürüklemektedir.
Çevrimiçi
yaşam bir gerçekliktir. Rehberlik ve danışma hizmetleri de bu gerçekliğe uyum
göstermek zorundadır. Dokunmadan anlamanın, aynı havayı solumadan tam bir
rehberlik yapılıp yapılamayacağının sorgulanması ayrı bir konu, dokunmadan arkadaşlıkların
kurulduğu, ilişkiler yaşandığı, sanal şehirler ve çiftliklerde üretimin elan
devam ettiği, medeniyetlerin bir biri ile savaştığı sanal bir dünya da
rehberlik ve danışma hizmetinin de bu sürece eklemleneceğini ön görmek ayrı bir
konudur.
E-rehberlik
pek çok kişi için uzak gelecekmiş gibi görünse de uzak gelecekte bir gün
gelecek. Şimdiden bunun üzerinde düşünmeli ve e-rehberliğin potansiyel
sorunlarını belirleyerek çözümler üretmeliyiz.
Bana
göre e-rehberliğin en büyük problemlerinden birisi hız ve değişkenliğe ayak
uydurma sorunudur. Hizmeti veren kitle görece tutukken bu tip bir rehberliği talep
edecek kitle son derece aktif, değişken ama bir o kadar da tutkulu. Bu yüzden,
tatmin olacağı, inanacağı bir hedef arayan. Bu hedefi bulduğunda motive
olabilen. Ancak motive olduğunda da en üst düzeyde bir performans sergileyen bu
bireylere çevrimiçi bir ortamda nasıl bu inanç verilecek ve motivasyonun daima
en üst düzeyde kalması nasıl sağlanacak?
Zira
Y Kuşağı inandığında güçlü bir dürtüyle işine sarılan bir kuşak. Uzun vadeli
plan yapmıyorlar ve önlerindeki süreç ne ise -eğitim ya da başka bir şey- onu
en kısa sürede tamamlamayı hedefliyorlar. İyi bir yönlendirme onun bir oyunda “level”
atlar gibi belirlediği hedefe götüren tüm güçlükleri aşama aşama ortadan kaldırmasını
sağlayabilir. Bu tanımlamalar okuyucuya rehberlik ve danışma hizmetinin bir
bilgisayar oyunu gibi anlatıldığı hissini uyandırsa da kimse ilerde bir oyunu
oluşturan mimarinin e-rehberlik sürecini de oluşturmayacağını iddia edemez.
Şayet teknolojinin getirdiği üst düzey dönüt alabilme, anında iletişim kurma ve
takip edilebilirliğin kolaylaşması öğrenciyi izlemeyi mümkün kılan “facebook
yer bildirimleri” gibi eklentiler öğrenci ve danışmanının gönüllü bir anlaşma
ile kendilerini bağlamayı baştan kabul ettikleri bir sözleşme ile sürece dahil
edilirse ödül ya da ceza uygulamayı kısmen kolaylaştıran formel eğitimde
uygulanandan çok daha yakın, anlık bir takip ve iletişim olanağına sahip yepyeni
bir rehberlik ve danışmanlık hizmeti verilebilir.
Uzak
gelecek bize sınıf sıraları ve kara tahtaların tarih olacağı bilgisi ile birlikte
rehberlik odalarının da bu kervana katılacağını fısıldıyor şimdiden. Rehberlik
ve danışma hizmeti veren meslektaşlarım ve bunların bağlı bulunduğu kurumsal
yapılar bunun ne kadar farkında bilmiyorum. Ama üzerinde düşünülmesi gereken
bir konu olduğuna yönelik inancım tam.
Burada
ele aldığımız sistem şimdikinden daha iyi ve verimli bir sistem olarak
sunulmamıştır. Zaten bunu ölçme ve şimdiden bir şey söyleme imkanımız da bulunmamaktadır.
Yapılan sadece teknolojinin ve değişen şartların dayattığı dönüşümden rehberlik
ve danışma hizmetinin nasıl çıkacağına yönelik bir sesli düşünmeden ibarettir.
Şimdi bunları düşünmenin zamanıdır. Zira arkadan gelen “Z Kuşağına” bu
konularda hazırlıksız yakalanmak işi daha da zora sokabilir.
Etiketler:
E-Learning,
E-Öğrenme,
E-Rehberlik,
Eğitim,
Generation Y,
Öğrenme,
PDR,
Psikolojik Danışman,
Rehber Öğretmen,
Rehberlik,
Uzaktan Eğitim,
Y Kuşağı
8 Şubat 2012 Çarşamba
Cemil Meriç'ten Seçmeler 2
Aydınların
Dini: İzm’ler
İrfan, düşüncenin
bütün kutuplarını kucaklayan bir kelime. Tecessüsü madde dünyasına
çivilemeyen, Zekayı zirvelere kanatlandıran, beşeriyi ilahi ile
kutsileştiren, uzun ve çileli bir nefis terbiyesi. İslam, insanı parçalamaz.
İrfan, kemale açılan kapı, amelle taçlanan ilim. Batının “kültür”ünde bu
Zenginlik, bu ihtişam, bu hayata istikamet veriş yok. İrfan bir mevhibedir.
Cehitle gelişen bir mevhibe. Kültür, katı, fakir ve tek buutlu bir lafız.
İrfan, beşeri beşer yapan vasıfların bütünüdür. Kültür, homo ekonomikus’un
kanlı fetihlerini gizlemeye yarayan bir şal. İrfan, dini ve dünyevi diye
ikiye ayrılamaz. Yani her bütün gibi tecezzi kabul etmez. Kültür kaypaklığı,
müphemiyeti ve seyyaliyetiyle Avrupa’dır. Tarif edilmemiş, edilemeyen bir
kelime. Kah suda, kah karada yaşayan bir hilkat garibesi. Alman için
başkadır, Fransız için başka. Bazen içtimai hayatın bütününü ifade eder,
bazen bir alışkanlıklar, bir kazanılmış hünerler mecmuasıdır.
Şimdi hayatın kendisidir, şimdi hayatın cilası.
Avrupa’nın kılı kırka yaran tahlilci zekası bilgiyi dünyevi ve dini diye ikiye böler. O’na göre dini kültürle ladini kültür farklı mefhumlardır. Dünyevi kültür ne demek? Kültürü toprağa zincirleyen bu anlayış da bir ideoloji, yani bir aldatmaca değil mi?
Din asırlardan beri yaşayan ve nesilleri huzura kavuşturan, tecrübeden geçmiş bir inançlar manzumesi; sıcak, dost, köklü. Batının dünyevi dediği kültür ise, hakimiyetini tahkim için düşman ülkelere ihraç ettiği sefil bir ideoloji. Taarruzun hedefi haçlı seferlerinden beri aynıdır; kılıçla kazanılamayan zaferi yalanla kazanmak. İdeolojiler tahribe yeltendikleri imanın yerine sahtelerini ikame etmek için uydurulan bir ersatz’dır. Başka bir deyişle, remizleri, merasimleri ve kiliseleriyle çağın icaplarına uydurulmuş birer inanç manzumesi. Rüştünü idrak etmemiş nesillere ilim diye yutturulan, yalnız şartlarıyla ilmi, muhtevalarıyla, masal, birer bulamaç.
Şimdi hayatın kendisidir, şimdi hayatın cilası.
Avrupa’nın kılı kırka yaran tahlilci zekası bilgiyi dünyevi ve dini diye ikiye böler. O’na göre dini kültürle ladini kültür farklı mefhumlardır. Dünyevi kültür ne demek? Kültürü toprağa zincirleyen bu anlayış da bir ideoloji, yani bir aldatmaca değil mi?
Din asırlardan beri yaşayan ve nesilleri huzura kavuşturan, tecrübeden geçmiş bir inançlar manzumesi; sıcak, dost, köklü. Batının dünyevi dediği kültür ise, hakimiyetini tahkim için düşman ülkelere ihraç ettiği sefil bir ideoloji. Taarruzun hedefi haçlı seferlerinden beri aynıdır; kılıçla kazanılamayan zaferi yalanla kazanmak. İdeolojiler tahribe yeltendikleri imanın yerine sahtelerini ikame etmek için uydurulan bir ersatz’dır. Başka bir deyişle, remizleri, merasimleri ve kiliseleriyle çağın icaplarına uydurulmuş birer inanç manzumesi. Rüştünü idrak etmemiş nesillere ilim diye yutturulan, yalnız şartlarıyla ilmi, muhtevalarıyla, masal, birer bulamaç.
***
Ben Ezeli Bir Mağlubum
"Mektuplarını üzülerek
okudum. Sen ki son liman, son ümit, son dost, ilk ve son sevgilisin.
Sen ki yıldızım, sen ki annem, sen ki çocuğumsun..acılarımla hırçınlaştığına üzüldüm.
Istıraplarım çok mu çirkin,çok mu çocukça? Onları senden mi gizleyeceğim?
Sahneye maskeyle çıkmak! Ben aktör değilim.
Sesinin tonunda minnacık bir soğuyuş hissettiğim an yokum. Acılarımın kaynağı sensin, evet ama hayatımın kaynağı da sensin, senin için ve seninle yaşıyorum.
Sen uçuruma yuvarlanırken tutunulan dal, sen vaha, sen bütün hayal kırıklıklarımın dudaklarında ümidleştiği kadın."
*
"İki yıl önce bu akşam bir rüyaydınız, bilinmeyendiniz.."
*
"Sen bütün kitaplardan daha derinsin, sana yazdığım mektuplardan utanıyorum, kendi kendini oku.
Muhammed'e nasıl iman ettiklerini anlıyorum.
Sen ki yıldızım, sen ki annem, sen ki çocuğumsun..acılarımla hırçınlaştığına üzüldüm.
Istıraplarım çok mu çirkin,çok mu çocukça? Onları senden mi gizleyeceğim?
Sahneye maskeyle çıkmak! Ben aktör değilim.
Sesinin tonunda minnacık bir soğuyuş hissettiğim an yokum. Acılarımın kaynağı sensin, evet ama hayatımın kaynağı da sensin, senin için ve seninle yaşıyorum.
Sen uçuruma yuvarlanırken tutunulan dal, sen vaha, sen bütün hayal kırıklıklarımın dudaklarında ümidleştiği kadın."
*
"İki yıl önce bu akşam bir rüyaydınız, bilinmeyendiniz.."
*
"Sen bütün kitaplardan daha derinsin, sana yazdığım mektuplardan utanıyorum, kendi kendini oku.
Muhammed'e nasıl iman ettiklerini anlıyorum.
Tek mucize kelam. Kelam, yani
sen."
*
BİLİYORUM Kİ BENİMSİN
BİLİYORUM Kİ BENİMSİN
"Ve gece bir deniz kızı
gibiydi. Şarkılarla başladı yıldız yıldız; köpük köpük.
Kah bir çöl rüzgarı gibi yakıcı, kah bir çöl gecesi kadar serin.
Hangi beste sözün musikisiyle, sözün füsunuyla boy ölçüşebilir.
Kelime kanattır, kelime buse.
Ve gece bir deniz kızı gibi başladı. Harikulade gözleri vardı gecenin.
Ve saçları bir kucak alevdiler ve dudaklarında bütün yaraları kapayan, bütün zilletlerin hatırasını silen bir iksir.
*
Salzburg tuzlalarına atılan kuru dallar, bir zaman sonra bir kristal hevengi olarak çıkartılırmış; artık dal kaybolurmuş,
gözleri kamaşırmış insanın. Kainatta farkına vardığımız her yeni güzellik, bizi hayrete düşüren bir keşif olup çıkar.
Aa, deriz, tıpkı onun sesi, tıpkı onun bakışı, tıpkı onun kahkahası.
Kristalizasyon yüzünden günün birinde kendi yarattığımız bir hayale aşık olduğumuzu, hayretler içinde görürüz.
Tecrübe güvensizlik yaratır. Gittikçe kristalizasyon kabiliyetimiz azalır.
İkinci aşk, yozlaşmış bir aşktır.
Aşkın hazları, ilham ettiği korkular ölçüsünde büyüktür.
*
Yalnız seninim. Ve yalnız beni düşündüğün müddetçe aşkımızın ömrü ebedidir.
Büyüyü ancak ihanetin bozar. Manevi ihanetin.
Bir an için gözbebeklerinde raksedecek herhangi bir yabancı hayal, o zaman bu rüya bir kabusa döner ve bir uçurumun kıyısında uyanırsın.
*
MEKTUPLARIN BÜYÜLÜ BİR AYNA
Kah bir çöl rüzgarı gibi yakıcı, kah bir çöl gecesi kadar serin.
Hangi beste sözün musikisiyle, sözün füsunuyla boy ölçüşebilir.
Kelime kanattır, kelime buse.
Ve gece bir deniz kızı gibi başladı. Harikulade gözleri vardı gecenin.
Ve saçları bir kucak alevdiler ve dudaklarında bütün yaraları kapayan, bütün zilletlerin hatırasını silen bir iksir.
*
Salzburg tuzlalarına atılan kuru dallar, bir zaman sonra bir kristal hevengi olarak çıkartılırmış; artık dal kaybolurmuş,
gözleri kamaşırmış insanın. Kainatta farkına vardığımız her yeni güzellik, bizi hayrete düşüren bir keşif olup çıkar.
Aa, deriz, tıpkı onun sesi, tıpkı onun bakışı, tıpkı onun kahkahası.
Kristalizasyon yüzünden günün birinde kendi yarattığımız bir hayale aşık olduğumuzu, hayretler içinde görürüz.
Tecrübe güvensizlik yaratır. Gittikçe kristalizasyon kabiliyetimiz azalır.
İkinci aşk, yozlaşmış bir aşktır.
Aşkın hazları, ilham ettiği korkular ölçüsünde büyüktür.
*
Yalnız seninim. Ve yalnız beni düşündüğün müddetçe aşkımızın ömrü ebedidir.
Büyüyü ancak ihanetin bozar. Manevi ihanetin.
Bir an için gözbebeklerinde raksedecek herhangi bir yabancı hayal, o zaman bu rüya bir kabusa döner ve bir uçurumun kıyısında uyanırsın.
*
MEKTUPLARIN BÜYÜLÜ BİR AYNA
Kendimi bir mektupta seyrettim.
Büyülü bir ayna idi bu.
Bu aynada bütün paslarından arınmış ve tanrılaşmış bir Cemil Meriç vardı. Senin Cemil'in. Bu aynada ikimiz vardık.
Eriyen, dağılan, kaynaşan ikimiz. Abélard ile Héloise'i hatırladım.
*
Geçen devirlerde yaşamak, yani derinleşmek ve ömrü alabildiğine uzatmak.
Başka ülkelerde yaşamak, başka insanlarla acı çekmek, başka insanlarla gülmek.
Damlayken denizleşmek. Ve an'a ebediyeti sığdırmak. Kalbini bütün heyecanlara açmak.
Yani sınır taşlarını devirmek, çağların ve politikarın sınır taşlarını. Bütün insanlığı aynı büyük aşk içinde birleştirmek.
Sanat, en yüce sanat, bir "communion" değil midir?
Sanatçının tek vazifesi vardır bence: insanları birbirine sevdirmek. İki insanı veya iki milyar insanı.
Sanat bir heyecan seyyalesiyle kilometrelerin ve asırların ayırdığı kalpleri birleştiren büyüdür.
*
Karanlıklardayım. Ve cinnetin sesi yüzümü kamçılıyor; bir baykuş kahkahası, bir kobra ıslığı...Karanlıklardayım.
Zindanımı aydınlatan tek ışık cıvıltılarınızdı. Yıldızım benim. Ve uzaklardasınız.
*
Çöldeki kumlar gibi susuzum, canım benim, çatlayan topraklar gibi susuzum. Ve mektupların nisan yağmuru.
Hind'in turnaları gökkubbeden dökülen damlaları toprağa düşmeden içerlermiş. Kelimeler alnımı, ruhumu serinleten birer buse. Onları senin ellerin yazmış, güzel ellerin.
Bir afyonkeş gibi akşamı bekliyorum. Postacı geç uğruyor..
Bu acılar saadetin gölgesi, bu acılar vuslatın dikenli yolu. Bu acılar araf.
*
Sen yıldızlarla dosttun, kumsalda böceklerin vardı. İnsanlar yabancıydı senin için, benim için düşman.
İkimizde gurbetteydik. Karşılaşsak tanıyamazdık birbirimizi, bana gülümsemezdin, ben çekinirdim yanına yaklaşmağa, hisarım, gururdu.
*
SİZDE İDEALİ BULAMADIĞIM ZAMAN
Bir uçurum gibi büyüyen sükut,
hayattan, ışıktan, ümitten kopuş.. Nihayet gönlüme baharı getiren sesiniz. Bu aynada bütün paslarından arınmış ve tanrılaşmış bir Cemil Meriç vardı. Senin Cemil'in. Bu aynada ikimiz vardık.
Eriyen, dağılan, kaynaşan ikimiz. Abélard ile Héloise'i hatırladım.
*
Geçen devirlerde yaşamak, yani derinleşmek ve ömrü alabildiğine uzatmak.
Başka ülkelerde yaşamak, başka insanlarla acı çekmek, başka insanlarla gülmek.
Damlayken denizleşmek. Ve an'a ebediyeti sığdırmak. Kalbini bütün heyecanlara açmak.
Yani sınır taşlarını devirmek, çağların ve politikarın sınır taşlarını. Bütün insanlığı aynı büyük aşk içinde birleştirmek.
Sanat, en yüce sanat, bir "communion" değil midir?
Sanatçının tek vazifesi vardır bence: insanları birbirine sevdirmek. İki insanı veya iki milyar insanı.
Sanat bir heyecan seyyalesiyle kilometrelerin ve asırların ayırdığı kalpleri birleştiren büyüdür.
*
Karanlıklardayım. Ve cinnetin sesi yüzümü kamçılıyor; bir baykuş kahkahası, bir kobra ıslığı...Karanlıklardayım.
Zindanımı aydınlatan tek ışık cıvıltılarınızdı. Yıldızım benim. Ve uzaklardasınız.
*
Çöldeki kumlar gibi susuzum, canım benim, çatlayan topraklar gibi susuzum. Ve mektupların nisan yağmuru.
Hind'in turnaları gökkubbeden dökülen damlaları toprağa düşmeden içerlermiş. Kelimeler alnımı, ruhumu serinleten birer buse. Onları senin ellerin yazmış, güzel ellerin.
Bir afyonkeş gibi akşamı bekliyorum. Postacı geç uğruyor..
Bu acılar saadetin gölgesi, bu acılar vuslatın dikenli yolu. Bu acılar araf.
*
Sen yıldızlarla dosttun, kumsalda böceklerin vardı. İnsanlar yabancıydı senin için, benim için düşman.
İkimizde gurbetteydik. Karşılaşsak tanıyamazdık birbirimizi, bana gülümsemezdin, ben çekinirdim yanına yaklaşmağa, hisarım, gururdu.
*
SİZDE İDEALİ BULAMADIĞIM ZAMAN
Kırık bir tekne, karanlık bir deniz. Ufukta siz olmasanız hayat denen bu yolculuk, bu rezil, bu pespaye, bu komik sürükleniş dayanılmaz bir çile olurdu.
Yeniden kendimi buldum mektubunuzda, ömrümün en kederli anları sizi kaybettiğimi sandığım anlardı: Şubat'ın ilk günleri, Ankara. Gökkubbenin bütün yıldızları başımda parçalandı ve güneş kahkahalar atarak uzaklaştı ufkumdan ve gece, ıslak, yağlı, isli bir gece bütün benliğimi bir ahtapot gibi kucakladı.
Kimsiniz?
Otuz yıldır gördüğüm rüya.
*
Arzın bütün mevsimleri vardı mektuplarında, göğün bütün ışıkları vardı. Şimdi yıldız yıldızdı kelimeler, şimdi şimşek şimşek.
Arada gök kararıyordu. Sonra vuslat gibi güzel bir fecir. Mektupların fırtınayla doluydu, meltemle doluydu, lema ile doluydu, yani Lamiamla doluydu. Kuşlar tarladamı şakıyorlardı, içimdemi?
*
Merhaba canım benim. Sen aşkın bütün hazinelerini büyük bir titizlikle fatihine saklayan gerçek kadın.
Yalnız kelimelerin değil, rüyaların bile bakir.
*
Rüyalarını ver bana, kendini değil. Olmak istediğin gibi görün, olduğun gibi değil.
*
Arzın bütün mevsimleri vardı mektuplarında, göğün bütün ışıkları vardı. Şimdi yıldız yıldızdı kelimeler, şimdi şimşek şimşek.
Arada gök kararıyordu. Sonra vuslat gibi güzel bir fecir. Mektupların fırtınayla doluydu, meltemle doluydu, lema ile doluydu, yani Lamiamla doluydu. Kuşlar tarladamı şakıyorlardı, içimdemi?
*
Merhaba canım benim. Sen aşkın bütün hazinelerini büyük bir titizlikle fatihine saklayan gerçek kadın.
Yalnız kelimelerin değil, rüyaların bile bakir.
*
Rüyalarını ver bana, kendini değil. Olmak istediğin gibi görün, olduğun gibi değil.
Etiketler:
aydınlar,
cemil meriç,
edebiyat,
entellektüel,
ideoloji
31 Ocak 2012 Salı
Cemil Meriç'ten Seçmeler
Din, aşk, şiir...
Boşlukta yuvarlanan insanın bir yıldıza attığı
merdivenler.
En yüce, en güzel, en ölümsüz taraflarını benliğinden koparıp bir mücerrede armağan eden insan, neden fakirleşsin ?
Boş kubbeleri sonsuzluğumuzla doldurmak, sonsuzlaştırmaktır.
Tanrı beşerin en büyük keşfi. Mağarasında meçhul kuvvetlere yalvaran uzak ceddimiz, feza çağının zındığından daha mı az bahtiyardı ? Hangi ilmi hakikat bir kabile dininin nass'larından daha sıcak, daha doyurucu? İnanmayanların, inananlara sataşmaları kıskançlıklarındandır. Mü'minlerin saadetini gölgeleyen tek ıstırap, inanmayanlara karşı duyulan merhamet olmalı.
En yüce, en güzel, en ölümsüz taraflarını benliğinden koparıp bir mücerrede armağan eden insan, neden fakirleşsin ?
Boş kubbeleri sonsuzluğumuzla doldurmak, sonsuzlaştırmaktır.
Tanrı beşerin en büyük keşfi. Mağarasında meçhul kuvvetlere yalvaran uzak ceddimiz, feza çağının zındığından daha mı az bahtiyardı ? Hangi ilmi hakikat bir kabile dininin nass'larından daha sıcak, daha doyurucu? İnanmayanların, inananlara sataşmaları kıskançlıklarındandır. Mü'minlerin saadetini gölgeleyen tek ıstırap, inanmayanlara karşı duyulan merhamet olmalı.
***
Tabular tabular..
Her adımda şuura dur emrini veren bir jandarma neferi. Her kapının arkasında,
elinde bıçak, bekleyen bir harem ağası. Düşünme! Düşüneni iftiranın ve
sefaletin lağımında boğduktan sonra ellerimizi yıkayıp, "efendim bizde
filozof yetişmiyor" diye ah-u vahlar.
***
Düşünce adamı bir zümrenin emir kulu değildir. Hiçbir merkezden talimat almaz. Bir partiye bağlı olmayabilir. Ama tarihe angajedir. Yani vatandaş olarak vazifeleri vardır: Belli savaşları kabul etmesi, belli tehlikeleri göze alması lazımdır. Bir devrin şuuru olmak zorundadır o. Başlıca vazifesi: Bütün hakikatleri yoklamak, bütün yalanların maskesini yırtmak, kalabalığa doğruyu göstermek.
Düşünce adamı bir zümrenin emir kulu değildir. Hiçbir merkezden talimat almaz. Bir partiye bağlı olmayabilir. Ama tarihe angajedir. Yani vatandaş olarak vazifeleri vardır: Belli savaşları kabul etmesi, belli tehlikeleri göze alması lazımdır. Bir devrin şuuru olmak zorundadır o. Başlıca vazifesi: Bütün hakikatleri yoklamak, bütün yalanların maskesini yırtmak, kalabalığa doğruyu göstermek.
Bazen yangın kulesindeki nöbetçi olacaktır, bazen engine açılan geminin
kılavuzu. Sokakta insanlar boğazlanırken, düşüncenin asaletine sığınarak
elini kolunu bağlamak, düşünceye ihanettir.
***
"Her büyük adam kucağında yaşadığı cemiyetin
üvey evladıdır.
Zira o, yarın ki veya dünkü veya ötelerdeki bir cemiyetin çocuğu, kendi cemiyetinin değil...
Kaderimizi çizen cemiyet; fakat ona ırzımızı teslim ettiğimiz anda erimişizdir,
denizdeki herhangi bir dalgayız."
***
"Ne garip bir oyuncak şu insan! Yürür, konuşur ve acı çeker. 70 kilodur.
Kendisine ve çevresine ait hiçbir şeyi bilmez. Bir nevi ıstırap makinesi.
İplerini başkaları çeker. Hantal ve şapşal bir robot. Neye sevinir bilinmez.
Sınırsız olan yalnız hayalleri ve acı kabiliyeti. Etten bir kafes ve aciz içinde çırpınan bir ruh.
Vücut araba akıl arabacı. Ama gözleri bağlı arabacının, arabaya hükmeden atlar..
Buda haklı : Varolmak için yokolmak lazım, parça bütüne kavuşacak ki hasret dinsin.
Bütün musiki, bütün şiir, bütün aşk, bu bir çuval kemik, bu asi ten, bu aptalca endişeler ne olacak? Ne olacağını bilen var mı?
Kader hep oynayacağı roller yükler insana ve ıslıklar. Alkış sahtekarların.." Jurnal.3.11.1965
***
"Daima başka, daima yabancı. Ve yıllar, sonbahar yaprakları gibi yolmuş sayfalarını takvimin.
Hasta bir gurur, pencerelerini dış dünyaya kapayan bir ruh. Ve sükut."
Zira o, yarın ki veya dünkü veya ötelerdeki bir cemiyetin çocuğu, kendi cemiyetinin değil...
Kaderimizi çizen cemiyet; fakat ona ırzımızı teslim ettiğimiz anda erimişizdir,
denizdeki herhangi bir dalgayız."
***
"Ne garip bir oyuncak şu insan! Yürür, konuşur ve acı çeker. 70 kilodur.
Kendisine ve çevresine ait hiçbir şeyi bilmez. Bir nevi ıstırap makinesi.
İplerini başkaları çeker. Hantal ve şapşal bir robot. Neye sevinir bilinmez.
Sınırsız olan yalnız hayalleri ve acı kabiliyeti. Etten bir kafes ve aciz içinde çırpınan bir ruh.
Vücut araba akıl arabacı. Ama gözleri bağlı arabacının, arabaya hükmeden atlar..
Buda haklı : Varolmak için yokolmak lazım, parça bütüne kavuşacak ki hasret dinsin.
Bütün musiki, bütün şiir, bütün aşk, bu bir çuval kemik, bu asi ten, bu aptalca endişeler ne olacak? Ne olacağını bilen var mı?
Kader hep oynayacağı roller yükler insana ve ıslıklar. Alkış sahtekarların.." Jurnal.3.11.1965
***
"Daima başka, daima yabancı. Ve yıllar, sonbahar yaprakları gibi yolmuş sayfalarını takvimin.
Hasta bir gurur, pencerelerini dış dünyaya kapayan bir ruh. Ve sükut."
28 Ocak 2012 Cumartesi
Seni Seviyorum, Öyleyse Geleceğini Ben Çizerim (!) *
Tercih
dönemi aslında öğrencinin salt üniversitesini seçtiği bir süreç değil,
hayatı, kariyeri, gelişimi seçtiği bir süreçtir de aynı zamanda. Seçilen
şey bu kadar çok yönlü ve önemli olunca seçimi etkileyen durumlarda
çeşitlenmekte haliyle. Öğrencinin seçiminde kendi dışındaki faktörlerin
bu kadar yoğun olduğu bir başka durum nadir bulunur.
Seçim
sürecine dâhil olan etmenlerin başında aile gelir. Bunu prestij ve
gelecek kaygısı izler. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Belirli bir yaşamı
yücelten kültürü, göz önünde ve saygın olmayı vazeden medyayı, başarıyı
tek kutsal hedef sayan eğitim sistemini vs. de buna ekleyebilirsiniz.
Anlaşılacağı
üzere karar vermekte olan öğrencinin etkisi hatta baskısı altında
kaldığı o kadar çok etmen var ki. Bu yazıda biraz bunlardan bahsetmek
istedim. Belki bu etmenlerin bir kısmına müdahale etme şansımız olamaz
ama yine önemli bir kısmını bertaraf edebiliriz. Burada öğrenciye,
ailesine ve eğitim kurumuna büyük sorumluluk düşmektedir ki hiçbirine
düşen sorumluluk bir diğerinden daha az değildir. Ne yazık ki bu süreçte
öğrenciyi baskı altına alanların başında iyi niyetle dahi olsa ebeveyn
ve belki ikinci sırada eğitiminden sorumlu öğretmenleri, danışma
konumundaki rehber öğretmeni gelmektedir. Bu kesimlerin tümü kendi
pencerelerinden öğrencinin başarısını ve mutluluğunu düşünmektedir. Bu
başarı ve mutluluğu sağlamak için de henüz olgunlaştığına, bir bireye
dönüştüğüne ikna olamadıkları öğrencinin hata(!) yapmasını engellemek
için onun adına ona güzel bir gelecek çizmeye koyulurlar. Sanırım bu
tablo yakınlarınızda bir yerde hem de şu an bile yaşanmaktadır.
Peki,
bu ne kadar doğrudur? Öğrencimizin daha iyi bir yaşam, mutlu bir meslek
hayatını yakalamasında faydası olur mu? Yoksa bu elde edemediklerimizi,
hayallerimizi ve geçmişin pişmanlıklarını çocuğumuzun / öğrencimizin
üzerinden yeniden kurgulamak mıdır? Eğer basit bir cevap verilmesi
gerekiyorsa bu cevap “evet”’tir. Genelde ailelerin ya da öğretmenlerin
yaptığı tam da budur. Kendi elde edemediklerini, hayalini kurduklarını
onların elleriyle gerçekleştirmek. Yine çoğu bunu bilinçsizce yapar
fakat sonuçta yapar. Zaman göstermiştir ki öğrencinin tercihlerine
yapılan böyle bir müdahale Türk filmlerine benzer bir mutlu sonla
bitmemektedir. Sonuçta ortaya çıkan mutsuz, mesleğini ve konumunu
sevmeyen, bunlarla barışık yaşamayan fertlerdir. Bunu rakamsal verilere
dökmek ve istatistik vermek güç olsa da hepimiz biliyoruz ki bu ülkede
buna benzer pek çok hikâye yaşanmış ve yaşanmakta.
Bu
nedenle bu yazının muhatabı öğrenciler değil aslında onlara yön
verenler. Tercih dönemi yaklaşırken sizlerden ricam arkanıza yaslanmanız
ve çocuğunuzun / öğrencinizin size ne kadar benzediğini, ne kadar
benzemesi gerektiğini ve bunu istemeye ne kadar hakkınız olduğunu
sorumanız kendinize. Onun daha önce yaptığı tercihleri ve sonuçlarını
geçirin gözlerinizin önünden ve değerlendirin, gerçekten endişe
duyduğunuz kadar çok hata yapmış mı? Eğer gönül rahatlığı ile “evet”
diyemiyorsanız çocuğunuzu / öğrencinizi seçiminde rahat bırakın. İnanın
bu onun için yapabileceğiniz en büyük iyiliktir. Bugün pek çok
üniversite tanıtım günleri düzenlemekte, stantları ya da bizzat
kampüslerde üniversitelerini tanıtmaktadır. Onunla elinizden geldiğince
çok üniversiteyi dolaşın. Sormaya, sorgulamaya teşvik edin.
Akademisyenlerden, okuyan öğrencilerden, okul yöneticilerinden bilgiler
almasını, sorgulamasını ve seçmesini izleyin. Ve korkmayın, çocuğunuza
güvenin. O geleceğini kuruyor, bunu 18 yaşına kadar sizlerin ona
verdikleri ile yapıyor. Bırakın onu ve gurur duyun. Çünkü ona güveniniz
aslında kendinize güveninizdir de.
*: www.sinavdirgecer.com 'da yayınlanmıştır.
*: www.sinavdirgecer.com 'da yayınlanmıştır.
Etiketler:
Aile baskısı,
Bölüm,
Eğitim,
Seçim,
Sınav,
Tercih,
Üniversite
Nasıl Bir Üniversite? *
Bir
üniversite öğrencisinin herhalde en zor dönemi mezun olmadan hemen
önceki yılıdır. Artık yolun sonuna yaklaştığının ayırtına varmış birinin
aklına sökün eden anılar gibi hayata atılıyor olmanın bilinci ile ne
kadar hazır olduğuna dair sorular akın eder beynine. Bu sıkıntılı
dönemde sakin ve kendinden emin cevaplara sahip olanlar ise ne yazık ki
azınlıktadır. Son sınıf öğrencilerinin ekserisi geçirdikleri üniversite
hayatının kendilerini hayata ve iş yaşamına yeteri kadar hazırlamamış
olduğunun farkına varırlar. Bu yazıyı okuyan bir son sınıf öğrencisi ise
belki çok geç kalmış olabilir ancak pek çok üniversite adayı ya da
henüz üniversite hayatının başındakiler için bir ilham vermesi
maksadıyla nasıl bir üniversite hayatının iş yaşamına hazır mezunlar
verebileceği sorusuna cevap arama gereği duydum.
“İş”
toplumsal statünüzü belirleyen en temel kavram olması ve seçilen “işin”
hayatınızın geri kalanını şekillendireceği gerçeğinin etkisi ile
değerlendirilmesi gereken bir olgu. Ancak bir diğer gerçek iyi bir işe
sahip olmanın her geçen yıl daha da zorlaşıyor olmasıdır. Bu güne kadar
iyi bir işe sahip olmanın yolunun iyi bir üniversiteden mezun olmak ile
sınırlı olduğu düşüncesi yaygındı. Bugün ise genel kanı sadece diploma
sahibi olmanın iyi bir iş ve geliri garantilemediğidir. Üniversite
hayatının bir ara dönem olduğu ve bu ara dönemin iş yaşamına hazırlanmak
için geçirilmesi gerektiği düşüncesi pek çok taraftarı olan ve son
zamanlarda oldukça popüler bir düşüncedir. Bu düşünce eğitim
kurumlarınca da paylaşılıyor olsa gerek ki üniversiteler birbirinin ardı
sıra iş yaşamına hazırlayıcı dersler ve projeler yaratmakta,
farklılıklarını ortaya koyarken öncelikle bu noktalara dikkat
çekmektedirler. Yine de üzerinde önemle durulması gereken bir hususun
altını çizmem gerek. Kişisel gelişim bireyin kendi çabasının ürünüdür.
İmkânlar ve alt yapı bunu hızlandırsa da bireyin arzusu belirleyici
unsurdur.
İş
yaşamı artık katılımcı, aktif ve gelişime açık çalışanlar talep
etmektedir. Türkiye’de çalışma yaşındaki nüfusun oranı %67,2’dir. Bu
veri tek başına bile çalışma yaşamındaki rekabetin ne kadar yırtıcı
olduğunun işaretidir. Şartlar böyle olunca şirketler daha seçici olmakta
ve çıtayı sürekli yükseltmektedir. Bunu anlamak için herhangi bir
çevrimiçi insan kaynakları sitesinden rast gele ilan taratmak bile
yeterli olur. Şirketlerin bu konuda esneme ihtimalinin küçük olduğunu
kabul edersek talep edilenleri karşılamak işi talep edene düşmektedir.
Yeni mezun ve geliri olmayan bir bireyin bu eksikleri gidermesinin ne
kadar güç olduğunu kavramak ise zor olmasa gerek. Bu noktada yapılması
gereken üniversite yaşamını iyi değerlendirmektir. Mümkün olan tüm
eğitici aktivite, sosyal kulüp ve topluluklar ile staj, yaz çalışması,
çalışan öğrenci programlarını en iyi şekilde kullanmak gerekmektedir.
Kulüp
ve topluluklar sosyalleşmek ve kişisel gelişim açısından son derece
önemli bir rol üstlenmektedir. Bir topluluk ya da kulüp faaliyeti sizi
içinde bulunduğunuz çekingen ve içe kapanık durumdan çekip
kurtarabildiği gibi size iş yaşamına yaklaşma ve tecrübe edinme
imkânları da sunabilmektedir. Bir dans kulübünün size kazandıracağı
sadece dans etmek değil kendine güvenmektir. Girişimcilik ya da ticaret
toplulukları gibi oluşumların getirisi daha mezun olmadan işinizi bulmak
olabilmektedir. Nitekim buna dair pek çok örnek üniversitelerimizde
yaşanmaktadır.
Burada
üniversitelere düşen asıl görev öğrencilerinin bu imkânlara kolay
ulaşımına olanak vermektir. İş yaşamının gereği olan nitelikli, kendine
güvenen ve sosyal çalışanlar bu imkânları tanıyan üniversitelerin
öğrencileri arasından seçileceklerdir.
Bugün
iş yaşamı için iyi bir lisan becerisine sahip, risk alabilen ve lider
özellikleri baskın çalışanlar bulmak verimli çalışma ortamları yaratmak
için zorunlu şartlara dönüşmüştür. Bir dili iyi bilmenin bile ayırıcı
bir vasıf olmadığı bir dönemde sayıları az bile olsa bazı
üniversitelerimizin çift dil bilen mezunlar vermek için emek harcıyor
olmaları sevindiricidir. Bugün Türkiye’deki pek çok üniversite sosyal
kulüp ve topluluklara destek vermekte, Latin dansları topluluğundan
girişimcilik kulübüne, uzay bilimleri topluluğundan, dağcılık ve doğa
sporları kulüplerine kadar öğrencilerin kendilerine artı değer
katabilecekleri pek çok fırsatlar yaratmaktadır. Bunlara yaz staj
programı, yaz çalışanı vs gibi çalışma ağırlıklı aktiviteleri de
eklemekte fayda var. Öğrenciyi iş yaşamına yaklaştıran, onu işverenle
buluşturarak yeni fırsatlar yakalamasını, kendini göstermesini sağlayan
programlar sayesinde pek çok üniversite öğrencisi henüz mezun olmadan
işini ve kariyerini sağlama alabilmiştir.
Buraya
kadar saydığımız hususlara uluslar arası değişim programlarını, work
and travel ya da uluslararası yaz kampları gibi seçenekleri de eklemek
mümkün ancak bunların başka bir yazıda daha detaylı ele alınması
gerektiğine inanıyorum.
Son
bir hatırlatma yapmak gerekirse ikinci kez tekrar etme gereği duyduğum
husus kişisel gelişim şartlardan bağımsız olarak bireyde başlayıp ve
bittiğidir. Bu nedenle arzulu olmak önemli ve ayırıcı olan noktadır. Bir
üniversite adayına düşen, seçeceği üniversiteyi belirleme aşamasında
yerleşke, bölüm ya da konum kadar sosyal topluluk ve kulüpler ile iş
yaşamına hazırlık konusunda üniversitenin ne kadar “hazır” olduğunu
sınamalarıdır.
*: www.sinavdirgecer.com 'da yayınlanmıştır.
Etiketler:
Değişim Drogramları,
Eğitim,
İş,
Kulüp,
Mezun,
Tercih,
Topluluk,
Üniversite
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)